Ramazan’ın süsü mahyalar

Necip milletimiz eski tarihlerden bu yana mübarek kabul edilen gün ve aylarda camileri tezyin etmeyi bir adet haline getirmiştir. Sadece camilerin değil evlerin önünün de kandillerle süslenmesi bu günlerde alışılagelmiş bir durumdur. Bilhassa Ramazan ayında, minarelerden semayı bir güneş misali aydınlatan, her biri usta ellerden çıkmış mahyalar Türk şehirlerine bambaşka bir güzellik katmıştır.

Türklere özgü bir sanat

Farsça mâh “ay” isminden Arapça -iyye ekiyle oluşturulmuş bir kelime olan Mahya (mahiyye), her ne kadar sadece Ramazan ayı ile irtibatlandırılsa da Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirilen zikir meclisleri için kullanılan Arapça mahya kelimesi ile bağlantılı olduğu açıktır (leyletü’l mahya denilen zikir gecelerinde camilerin mahya tekniğine yakın bir şekilde kandillerle süslenmesi tesadüf değildir). Türklere özgü bir sanat olan mahya özellikle büyük (selatin) camilerin iki minaresi arasına kurulan ışıklı yazı olarak tanımlanabilir. Osmanlıların ilk mahyayı ne zaman kurdukları bilinmemekle birlikte bu sanatın Sultan I. Ahmet devrinde başladığına dair rivayetler var. Başlarda İstanbul, Edirne, Bursa ve Konya’daki camilerde görülen mahyalarda önce çeşitli resimler kullanılmış ardından veciz sözlerle minareler kandillerle süslenmiştir. (resim olarak; pençe, hilâl, altı köşeli yıldız, kılıç, ok, yumruğunu sıkmış bir kol, kuş, matrak, çadır, top, gülle, kurt, balık, lale, fıskiye şekilleri gibi…). Tek minareli camilerde ise minare şerefesi ile kubbe âlemi arasına gerilen ip üzerinde kısa mahyalar kurulduğu olmuştur. Ayrıca Süleymaniye, Sultan Ahmet ve Nurosmaniye Camilerinde iç mahyaların hazırlandığını da biliyoruz (bu mahyalar mihrabın üst kısmındaydı).

Mahyacılar saraydan gönderilen değerli taşlarla atlas kumaşların üzerine yapacağı mahyanın bir örneğini çizer, bu örnek beğenilirse işe başlayabilirdi. Kandillerin gerilecek ipin hangi noktalarına asılacağının önceden tespit edilmesi önem arz ediyordu aksi takdirde yapılacak bir hata tüm mahyanın yeniden kurulmasına neden olabilirdi. Ramazandan on beş gün evvel minareden minareye gerilen halatlar üzerine asılacak kandiller için yağlar önceden hazırlanırdı. Bir mahya için yaklaşık 5 okka yağ sarf ediliyordu. Örneğin Süleymaniye Camiinin mahya yağı 857 okkaydı. Son dönemde elektrik ampulleriyle mahyalar da yapılmış lakin yağ kandili ile yapılanlar kadar güzel olmadığı gerekçesiyle bundan vazgeçilmişti (Fatih Camiinde elektrikle Bismillah yazılmıştı). Halatlar bilek kalınlığında iplerden imal edilirken bir ara Sultan Ahmet Camii için hazırlanan mahyada çelik tel kullanılmıştı.

Neler yazılırdı?

Minarelerin arasına yazılacak yazıların uzunluğu ip gerilecek alanın genişliğine bağlıydı. İstanbul camilerinde kurulan mahyalarda daha ziyade “İnna fetahna leke fethan mübina (arası geniş minarelerde), Maşallah, Tebârekellah, Ya Gani, Bismillah, Ya Mabut, Leyle-i Kadir, Hoş geldin yâ ramazan, On bir ayın sultanı”, Ramazanın son günlerinde ise “El-firâk” veya “Elveda” gibi ifadeler yer alır çoğunda hareke kullanılmazdı. Sabit mahyaların yanında hareketli olanlar da vardı. Sultan Abdülaziz devrinde Süleymaniye Camii’nin meşhur mahyacısı Abdüllatif Efendi’nin yaptığı hareketli mahyaları İstanbullular heyecanla beklerdi. Tek minareli camilerde minarelerin başından sonuna kadar kandillerle donatılmasına kaftan giydirme adı veriliyordu. Edirne’nin düşmandan kurtuluşu günlerinde Selimiye Camisinin dört minaresi de kaftanlanmış, halka unutulmayacak bir seyir zevki yaşatılmıştı.

Mahyaların sadece mübarek gün ve aylarda değil önem atfedilen zamanlarda da kurulduğu görülüyordu. Mahyacı Abdüllatif Efendi, Hıdiv İsmail Paşa İstanbul’a geldiğinde Emirgan’da deniz üstünde yerleştirilen demir direklere çekilen iplere mahyalar kurmuştu. Sultan Abdülaziz Avrupa seyahatinden geldikten sonra, İran Şahı ve Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde de mahyalar hazırlanmıştı. I. Dünya Harbi yıllarında “Hilâliahmer’i unutma, Hubbü’l-vatan mine’l-îman, Muhacirlere yardım” ifadelerini içeren mahyalar görülürken Milli Mücadelemizden sonra “Yaşasın istiklâl, Tayyareyi unutma, Yaşasın gazimiz, Yaşasın Mîsâk-ı Millî, Eytâma yardım, Hâkimiyet milletindir” gibi mahyalara da rastlıyoruz.

Meşhur mahyacılar

Mahyacılık umumiyetle babadan oğula geçen bir meslekti. İyi bir mahyacı olabilmek için Şûrâ-yı Evkaf’ta usta mahyacılardan oluşan bir jürinin önünde yapılan sınavdan geçmek gerekmekteydi. Mahyacı olan bir kişi Ramazan ayında çalışır geri kalan on bir ayda çırak yetiştirir, çok cüz’i bir maaşla geçinirdi. 1931 yılında hala sağ olan bazı camilerin mahyacıları şunlardı: Ayasofya Camiinde mahyacı Ahmet Efendi, Sultan Ahmet Camiinde mahyacı Ali Efendi, Yeni Caminde mahyacı Yorgancı Tevfik Efendi, Fatih Camiinde mahyacı Şerif Efendi, Süleymaniye Camiinde mahyacı Ahmet Efendi, Şehzade Camiinde mahyacı Salih Efendi, Selimiye Camiinde mahyacı Kadir Efendi, Bayezid Camiinde mahyacı Lütfü Efendi…

Mahyaları Cumhuriyetin ilanından sonra din-siyaset ekseninde bir meşruiyet aracı olarak kullanıldığını görmek mümkün. “Bize Cumhuriyet yakışır, Yaşasın Cumhuriyet, Müslümanlar Cumhuriyetperver’dirler, Hâkimiyet milletindir, Gazi Cumhuriyeti sana emanet etti, Ne mutlu Türküm diyene, Cumhuriyet bayramı kutlu olsun, Orduya saygı…” gibi ifadeler içeren mahyaların minarelerden halka seslenmesi o yıllarda elbette planlanan bir hadiseydi.  Bugünün mahyaları ise eskisi kadar ilgi çekmese de geçmişin güzel bir hatırası olarak camilerimizi süslemeye devam ediyor.