Poz tutulması

Susturulmayı umursamanın kelimesi, “yani”. “Aynen” ise, susturulmanın içselleştirildiği bir dilin ifade kalıbı. Gerçekten de “aynen” onun gibi mi düşünüyor? Çoğu zaman bir adım daha ileriye gitmemek, konuşmayı uzatmamak, gerçekte ne düşündüğü üzerine kafa yormamak ve muhakkak ki kendini gizlemek için öne sürülüyor o kalıp da.

Konuşma çekingenliği düşünceyi baskı altına alırken klişeler hâkim oluyor sohbet ortamlarına. Asıl konuya girmemek için de havadan sudan söz ediliyor veya kilolardan, nihayet burçlardan. Görür görmez ilk soru oluyor, karşısındakinin kilo alıp almadığı; yeter ki asıl konuya girilmesin, yeter ki sohbet sakıncalı bir mecraya yönelmesin. Sen kilo mu aldın görmeyeli, sen kilo mu verdin? Benzeri her soru bambaşka düşünceye geçirilmiş bir kılıf, bir maske. Kurcalayan bakışlar, beğeni testleri, güzellik sihirleri… Genç kızın yüzünün solgunluğunun arka planında mücadele ettiği bir hastalığın olup olmadığını nereden biliyorsunuz?

Genç evli kadınlara hamilelik sorusu sorulmadan olmaz: Hamile misin, artık düşünmelisin, yaşın geçiyor. Bir çocuğu olana ikinci çocuk hatırlatması yapılmadan son bulmuyor mukaleme: Yalnız büyümemeli çocuk, paylaşmayı öğrenmeli. Hamile kalamayan kadınlara rağmen ısrarla vurgulanan kadınlığı annelikle eşitleme tutumu hele, kimi kadınların benliklerinde kırılmalar meydana getiriyor. Erkek açısından ise iş baskısı bunaltıcı düzeye ulaşabilir pekâlâ. Hâlâ mı evde oturuyor, aylaklığı seviyor olmalı. Pazarda bir limon tezgâhı olsun kurmaya gücü yetmiyor mu, ne demek işsizlik, evde oturmak…

Sorulması gerekenden uzak dururken kişisel alana bir bakıma rencide eden, hatta bazen tacize varan bir dille yönelmenin sebebi, alt üst olan bir muaşeret kaynağı. Mahmud Erol Kılıç, kamusal ve kişisel planda muaşeret yoksullaşmasının kayıp on yıllarını tekke ve zaviyelerin kapatılmasına bağlıyor. Kuşkusuz sorunsuz kurumlar değildi tekke ve zaviyeler, ancak oluşturdukları boşlukta yeni bir muaşeretin oluşturulduğu, mevcut bir muaşereti canlandırma başarısı gösterecek kaynakların harekete geçirildiği söylenemez. Bakışlarını sakınma konusunda uyarılan, hicabı bakışların eğitimiyle başlatan bir terbiye nasıl olur da böylesine kolay unutulur? Avrupa mesafesini bile kendinde olanı inkârın hevesleriyle çarpık bir şekilde yorumlamışız. Avrupa muaşeretine göre karşılaşmalarda ilk elini uzatan kadın olmalı. Bizim muaşeret yorumumuzda, kadın elini uzatmadığı halde erkek ısrarla uzatmayı sürdürüyor. Sözün sohbetin eksildiği muaşerette fiiller kendini şaşırıp ayarını yitiriyor.

Selamı sakınmak üzerinde özellikle durmak gerekiyor. Aynı apartmanda yaşayanlar birlikte asansöre biniyor,  bakışmalar oluyor,  göz atmalar, ancak çoğunluk selamı sabahı esirgiyor birbirinden. Komşunun selam hakkı çocuklara da öğretilmiyor. Minibüse binerken umumdan selamı, inerken şoförden bir “iyi günler”i niye esirger ki yolcu…

Gerçekten düşünmeye götüren sorularla konuşmanın dışlanma sebebi olduğu ortamlarda dünya yeniden, şimdiki haliyle en gerektiği şekilde nasıl yorumlanabilir? Nasıl göründüğünün, görünebileceğinin ayrıntılarında kayboluyor kendiliğin imkânları. Şövalye olması beklenen delikanlı üşengeçliğine sebep olan çevre ve ekran yalanlarını aşmadan kaç adım atabilir ki gerçek dünyaya… Varlığını pozlar üzerinden inşaya çalışan bir genç kişiliğinde ne kadar derinleşebilir? Çekirdek ailenin prens ve prensesleri kırılgan bünyelerini sakınmak için de pozların arkasına sığınıyorlar. Genç kız değerini milimetrelerle, gramlarla ölçmeye engel olan başka türlü varlık sebeplerine ulaşmak için ne çok çevre ve ekran yargısını kırmak zorunda! Bütün bunların bir anlamı var mı, poz vererek geçirilir mi koca ömür?  Kabuk, sürekli kabuk. Fiziği hafiflerken ağırlaşıyor ruhu, ideal poza yakınlaşmaya çalışırken Instagram’da, kendine has tebessümü yitiriyor. “Yani”, diye başlıyor kendini anlatırken ve üzerine çöken sıkıntıyla, “aynen” diye devam ediyor.

Aslında demek istediğimi anlıyor musun, beni yanlış anlama, sandığın gibi değil. Küreselleşmenin üç vaadiydi; tüketim, yenilik ve güven.  Açık bir yara halinde tutulurken şifa için albenili bir pano içeriğinde güven aramaya sevk olunuyor bilinçler.

Böyle olmasını istememiştik, böyle olmaması gerekirdi. Bir uçtan diğerine savruluyoruz imajlarımıza ilişkin memnuniyetsizlikler yüzünden. 1980’lerde, yeni başımı örttüğüm dönemlerde yazı yazdığım gazetelerde kadın fotoğrafına yer verilmezdi. Aradan geçen yıllarda söze sohbete ilişkin bir muaşeret arayışı, görselliğin belirleyici olduğu bir kültüre kendini teslim etmiş görünüyor. Lokanta vitrinlerini, bulan var bulmayan var diye yadırgayışımız, yoksulun bakışına aldırışsız küresel vitrinler önünde gerçekleştirdiğimiz protestolar eski, güzel bir masala ait ayrıntılar gibi okunuyor. Hal hatır sorma yerine bir sofra fotoğrafı kime yetmiyor?

Kamerayı tüketim için değil üretim için kullanacak gençler elbette eksik değil, ancak toplum olarak kaynaşmayı sağlayacak sohbet ve hasbihal ortamlarını genişletmediğimiz takdirde, kuşaklarımızın enerjisi küreselleşmenin dayattığı pozlar dünyasında tükenecek.

Modaya teslimiyet, medyaya, panolara, markalara, reklamlarla yeniden ve yeniden belirlenen estetik ölçülerine teslimiyet… İçtenlikle konuşmanın sakıncaları yüzünden sözün sohbetin geri çekilmesiyle kırılgan benliklerin zorba imgelerin tahakkümüne açık hale gelmesi arasında bir bağ olduğu muhakkak.