Diyarbakır Cezaevinden tahliyeler 1984 yılında başladı. Tahliye olanların hemen tamamı dağa çıkıp PKK’ya katıldı. Bildiğiniz gibi PKK’nın ilk eylemi de bu dönemde; 15 Ağustos 1984 tarihinde Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerine eş zamanlı yapılan baskınlar oldu. PKK belası Türkiye’nin başına işte böyle sarıldı.
12 Eylül öncesinde yaşananları, CIA’nın Avrupa’da bazı NATO ülkelerinde oluşturduğu Gladio yapılanması veya Bülent Ecevit’in 1978 yılında Başbakanlığı döneminde açıkladığı Kontrgerilla oluşumlarından ayrı düşünemeyiz.
12 Eylül Darbecilerinin başı olan Kenan Evren’in sınıf arkadaşı ve 12 Eylül döneminin II. Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel’in, “Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik” sözünden yola çıkarsak; darbeci generaller ve onlara çanak tutanların gözünde; memleket evlatlarının bir sinek kadar değeri olmadığını anlıyoruz.
Silahlı olayların yoğunluk kazandığı 1975’ten 12 Eylül’e kadar geçen süre içinde yaklaşık 5.000’in üzerinde vatan evladının öldüğü söylenir. Olgunlaşması için beklenilen bir yıl içinde, yani 12 Eylül 1979 tarihinden 12 Eylül 1980 tarihine kadar, resmi rakamlara göre 1.108 ölüm, 5 bin 467 yaralama meydana gelmiştir. Gerçek rakamın, çok daha fazla olduğunu sanıyorum.
26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş olayları nedeniyle 13 ilde (Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas, Şanlıurfa) sıkıyönetim ilan edilmiş; daha sonra Adıyaman, Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Siirt ve Tunceli, Hatay, İzmir ve Ağrı da dâhil edilmişti.
Bu illerdeki sıkıyönetim komutanlarına verilen yetkiler valilerin üzerindeydi. Buna rağmen terör olaylarına gerekli müdahaleler kasıtlı olarak yapılmadığı için olayların artmasına göz yumuldu.
12 Eylül Darbesini yaşayanlar bilir, darbenin gerçekleşmesini müteakip silahlı çatışmalar tabiri caizse bıçak gibi kesildi. Genelkurmay 1982’de hazırladığı “Türkiye’deki Anarşi ve Terörün Durumu” adlı raporda şunlar yazıyordu:
“12 Eylül 1980 tarihinde TSK’nın yönetime el koyması ile birlikte yurdumuzu giderek iç savaşa sürükleyen anarşi ve terörle; kararlı, cesur ve amansız bir savaşım başlatılmıştır. 12 Eylül Harekâtı’ndan sonra sıkıyönetim güvenlik kuvvetlerinin başarılı çalışmaları ve sağlanan güvenli ortam sayesinde ülkemiz bir silah deposu olmaktan kurtarılmıştır.”
12 EYLÜL DARBESİNDE NERLER YAŞANDI?
Darbenin kimin için, ne adına yapıldığı önem arz etmektedir. Darbecilerin başı ola Kenan Evren televizyonda yaptığı konuşmanın bir bölümünde:
“Silahlı Kuvvetler, aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi (azalmaya) azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır” dese de; dönemin ABD Başkanı Carter’a Ankara’daki Amerikan diplomatik kaynaklarından geçilen “Bizim çocuklar başardı” cümlesi 12 Eylül günü kimin adına darbe yapıldığının apaçık kanıtıydı.
Siyasi Partiler ile birlikte Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki tüm dernekler kapatıldı. Demirel ve Ecevit Hamzakoy’a; Erbakan ile Türkeş ise Uzunada’ya sürgün edildiler. Demirel ve Ecevit haricindeki bütün parti liderleri tutuklanıp yıllarca hapis yatırıldılar ve yargılandılar.
12 Eylül Darbesi, tabiri caizse sivil halkın üzerinden buldozer gibi geçti. 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi. Bunlardan 517 kişiye idam kararı verildi ve 50 kişi idam edildi.
Kenan Evren’in bir okul ziyareti sırasında Kürtçe konuşmayı yasaklamasıyla Güneydoğu’da yaşayan Kürt vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu için mağduriyet yolu açılmış oldu. Güneydoğu’da hiçbir yasadışı olaya karışan karışmayan binlerce kimse, keyfi olarak gözaltına alınıyor ve işkencelerden geçiriliyordu.
Ankara’daki Mamak ve İstanbul’daki Metris’te işkence çoktu, fakat Diyarbakır Cezaevinde çok daha zalimane işkenceler yapılıyordu. Diyarbakır’da 2 yıl gibi kısa bir süre içinde 48 kişi işkence, ölüm oruçları ve açlık grevlerinden dolayı hayatını kaybetti.
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde yapılan işkencelerden bazıları:
“Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.”
“Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.”
“Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın “uygun adım marş” demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.”
“Sonra bir gün koridordan çok acı bir ses geldi; inleyerek ama çok acı bir iniltiyle “Neee mutluuu Türküm diyeneee” diyordu. Ses uygun adıma yakın bir tempoyla geliyordu. Birkaç gün sonra anladık ki, komşu bir koğuştan bir adama cop sokup yürütmüşler, cop adamın içindeyken yürütüyorlar. Ama çok acı bir sesti, hiçbir işkence seansında duymadığım iniltide bir ses…”
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevinde yatanları ziyarete gelen yakınları da işkencelerden nasibini alıyordu. Yaşlı ziyaretçiler, Türkçe konuşmasını bilmedikleri ve Kürtçe konuşmak da yasak olduğu için işaretle anlaşmak zorunda kalıyordu. Ziyaret süresince ayakta durma mecburiyeti yaşlılar için başlı başına bir işkenceydi.
Diyarbakır Cezaevinden tahliyeler 1984 yılında başladı. Tahliye olanların hemen tamamı dağa çıkıp PKK’ya katıldı. Bildiğiniz gibi PKK’nın ilk eylemi de bu dönemde; 15 Ağustos 1984 tarihinde Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerine eş zamanlı yapılan baskınlar oldu. PKK belası Türkiye’nin başına işte böyle sarıldı.