Osmanlı Devleti 1876 yılında köklü bir siyasi değişim yaşadı. Anayasal düzene geçiş ve parlamentonun açılması anlamında önemli bir dönüm noktası olan bu tarih beraberinde yeni kurumların doğmasına neden oldu. Sultan II. Abdülhamit’in saltanatı devrinde yürürlüğe giren Kanun-u Esasi (anayasa) biri âyan, diğeri mebusan olmak üzere iki meclis öngörüyordu (âyan; halk ile devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen ileri gelen eşraf). Anayasanın dört maddesi ayanların hak ve salahiyetleri için düzenlenmişti. Buna göre bir ayan hükümdar tarafından kaydı hayat olarak tayin olacak, sayıları mebusların üçte birini aşmayacaktı (1877 yılı meclisinde Ayan sayısı 32 idi). Ayda on bin kuruş maaş alacak ayan üyeleri kırk yaşından küçük olmayacaktı.
Ayanların görevi neydi?
Ayanlar genellikle vükelalık, valilik, sefirlik, kumandanlık gibi askeri ve mülki makamlarda bulunanlar arasından seçilir, gerektiğinde başka önemli bir göreve tayin edilebilmeleri için her zaman açık bir kapı bırakılırdı. Ayan Meclisinin vazifesi tam olarak: “Heyeti mebusandan verilen kavanin ve muvazene lahiyalarını tetkik ile eğer bunlarda esasen umuru diniye ve zatı hazreti Padişahının hukuku seniyesine ve hürriyete ve Kanunu Esasi ahkâmına ve devletin tamamiyeti mülkiyesine ve vatanın esbabı müdafaa ve muhafazasına ve âdabı umumiyeye halel verir bir şey görürse mütalaasının ilavesiyle ya katiyen veyahut tadil ve tashih olunmak üzere heyeti mebusana iade eder” ifadeleri ile belirlenmişti.
Ayan meclisi, üyelerinin padişah tarafından seçilmesi nedeniyle hükümdarın sistem içerisindeki gücünü temsil etse de ilk mecliste çok fazla belirleyici bir rol oynayamadı. İkinci Meşrutiyet devrinde ise siyasi sahneye hâkim olan ittihatçılar ayanlar üzerinde söz sahibi olmaya çalıştı. Sultan II. Abdülhamit, ilk meclisi 1878 yılında tatil etmesiyle beraber Kanunu Esasiyi yürürlükten kaldırmamış, ayan seçilen azalar vefatlarına kadar bu sıfatlarını devam ettirmişlerdi. Hatta meclisin kapanmasından sonra dahi az da olsa yeni ayan üyeleri tayin edilebilmişti. 22 Nisan 1880 tarihinde son olarak tayin edilen Altunîzâde İsmail Zühdü Paşa’yla birlikte ayanların üye sayısı 51 idi. Bunların on ikisi gayrimüslimdi.
Sultan II. Abdülhamit, 1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte toplanan meclisin açılış günü konuşmasında: “Meclisi Ayan’ın tasdikine layık kanunlar çıkarılması temennisi…” ifadesini kullanarak bu meclise verdiği önemi her ne kadar mebuslar rahatsız olsa da belli etmekten çekinmemişti. Yüz liralık maaşla göreve başlayan ayan üyelerinin reisliğine bir önceki mecliste de var olan Küçük Sait Paşa getirildi. Ayan Meclisinin müzakereleri gizli oturumlarla gerçekleşiyordu lakin 31 Mart Vakası ile Hareket Ordusunun İstanbul’a yaklaştığı sırada ayan ve mebusan meclisleri Yeşilköy’e taşınmış (Ayastefanos), birlikte toplanarak karar almışlardı. Küçük Sait Paşa’nın başkanlığında toplanan bu meclisin verdiği Sultan II. Abdülhamit’in hal kararına sadece bir ayan, Yorgiyadis Efendi ret oyu kullanmıştı (Ayan üyelerinden Faik Bey oy kullanmaya gitmedi).
Mebuslarla Ayanlar arasında çatışma
1908 yılından sonra Ayan Meclisi, Mebusan Meclisi ile birlikte Sultanahmet’teki Adliye Nezaretinde çalışmalarını sürdürdü. Yer darlığı nedeniyle çok fazla şikâyetler gelse de devletin ekonomik gücüne paralel olarak yeni bir meclis binası inşa etmek mümkün değildi. 8 Eylül 1909 yılında her iki meclisinde nispeten daha rahat edecekleri Çırağan’a geçici olarak taşınmaları kararı alındı. Ancak sarayın yanması iki kurumun bu sefer Fındıklı’daki Nazıma Sultan Yalısına taşınmasına neden oldu. Bu arada vefat eden ayanların yerine yeni üyeler tayin edilmesi gerekiyordu. En çok tayin Sadrazam Damat Ferit Paşa zamanına denk gelmiş, paşa da İttihatçılara muhalif bir ayan meclisi oluşturmak için çok çaba sarf etmişti.
Ayan Meclisi ile Mebusan Meclisi arasında zaman zaman sert tartışmaların yaşandığı vakiydi. Ayanlar mebuslara karşı küçümser bir tavır takınırken mebuslar halk tarafından seçilip gelmedikleri için ayanları halkın gerçek temsilcileri olarak görmüyordu. Bu yüzden mebuslar ayan meclisinin haklarını sınırlandırmak istemişse de Meclis-i Ayân bu konuyu hiç gündemine almamıştı. İki meclis arasında yaşanan bu çekişme ne yazık ki mütareke döneminde de sürdü. Mebusan Meclisi daha çok Anadolu hareketini desteklerken Ayan Meclisi padişahın yanında yer aldı. İngilizlerin İstanbul’u işgal edip meclisi kapatmasının ardından ayanlar üç toplantı daha gerçekleştirmiş, 1922 yılına kadar da maaşlarını almaya devam etmişlerdi.
Mecliste iki Ayan
Ankara’da Büyük Millet Meclisinin açılmasından sonra ayanların çoğu siyasetten çekilirken eski ayanlardan sadece Seyyit Bey ve Abdurrahman Şeref Bey, Büyük Millet Meclisi’ne girebildi. Cumhuriyetin ilanından sonra ise bazı ayan üyeleri 150’likler listesine dahil edilerek yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Daha evvel ayan üyeliği de yapmış ardından önemli makamlara gelmiş bazı isimlerin suikastla ya da suçlu bulunarak idam edilmek suretiyle hayatlarını kaybettikleri de biliniyor. Mahmut Şevket Paşa ve Said Halim Paşa bir suikasta kurban giderken Hürriyet ve İtilaf Fırkasından ayan üyesi olan Abdülhamit Zohravi müstakil bir Suriye davası güttüğü için Birinci Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşa’nın Divan-ı Harbinde asılarak idam edilmişti. Mütareke devrinde Ermeni azınlığına mensup bir ayan olan Azaryan Efendi ise Beyoğlu’nda yanan evinden kurtulamayıp vefat etmişti. 1908 yılının ayanlarından olan Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Abdülkadir Efendi ise Şeyh Sait isyanında suçlu bulunarak idam edildi. Bu konuda ilginç bir bilgi; Sultan II. Abdülhamit, Mithat Paşanın oğlu Ali Haydar Bey’i yaşı tutmamasına rağmen ayan yapmak istemiş, Sadrazam Kamil Paşa ise padişahın bu isteğini geri çevirmişti. Ancak daha sonraki yıllarda kanunun “asar ve ef’ali umumun vüsuk ve itimadına şayan…” şeklinde geçen maddesine dayanarak pek çok kişinin ayan meclisine bir şekilde girebildiği anlaşılıyor.
Osmanlı Bürokrasisi ayan meclisini mebusan meclisi yanında bir dengeleyici unsur olarak düşünse de iki kurum arasında yaşanan nüfuz mücadelesi en nihayetinde devletin karar alma mekanizmasını olumsuz etkilemişti. Buna benzer 1961 sonrası parlamentonun yanında kurulan Senatoyla ise anayasal sistem (millete güvensizliğin bir neticesi aslında) muhafaza edilmeye, yasamanın etkili ve verimli işlemesi sağlanmaya çalışıldıysa da geçmişte olduğu gibi yine ortak bir dil oluşturulamamış, günlük politik kaygılar daima ön planda tutulmuştu.