Osmanlı Padişahları kendilerine ait gayet tezyinatlı saltanat kayıklarını; Boğaz gezintilerinde, Sadabad, Aynalıkavak gibi yazlık saraylara nakillerinde, Cuma Selamlıklarında, mesire yerlerine veya Eyüp’e giderken genellikle tercih ederlerdi. Sultanların bu mutantan gezilerine yabancı ülkelerin sefirleri, sefaret görevlileri veya seyyahlar zaman zaman şahit olurken İstanbul halkı padişahı uzaktan da olsa görmek için belli yerlere toplaşırdı. Üçüncü Selim’in teveccühünü kazanan hatta kardeşi Hatice Sultan’ın Neşetâbâd Sarayı’nı Avrupa tarzında yeniden tasarlayan mimar ve ressam Melling de Sultanın tenezzühlerinden birine tanıklık etmiş hatta bu tarihi anları kaleme almıştı.
Hepsi birer şaheser…
Melling’in anlattığına göre Sultan Boğaz’da bir gezintiye çıkmaya karar verdiğinde hazırlıklara bir gün evvel başlanırdı. Padişahın kayığına, içinde iç oğlanlarının görevli bulunduğu altı büyük sandal yol açarken en sağ ve sol tarafta ilerleyen sandallardaki Haseki Ağalar ellerinde bulunan asalarla halka ait kayıkları uyarırdı. Bunların arkasında Sultanın kıymetli taşlarla mücehhez bir şala sarılı kavuğunu taşıyan görevlinin sandalı gelmekteydi (Kavuk Sandalı). Kavuk Sandalı’nın ardında her birinde Enderun ağalarının oturduğu altı sandal daha bulunuyordu. Bu ağalar Padişaha sırtlarını dönmüş olmamak için yüzleri sandalın kıç kısmına dönük ayakta durmaktaydı. En arkada ise Sultana mahsus on üç çifte kürekle çekilen saltanat kayığı vardı. Padişahın kayığını sadece; kendisi, annesi, hanımları ve çocukları kullanabilirdi.
Üç fenerli saltanat kayığının arkasına Sultan için etrafı gümüşten yapılma parmaklık ve sütunlarla çevrili bir köşk oturtulmuştu. Köşke ait örtüler; kıymetli mücevherat ile müzeyyen, sırma işlemeli kırmızı kadifedendi. Kayığın baş ve arka tarafındaki süslemelerde Osmanlı armasından çeşitli objeler, üzüm salkımları, mızrak, kalkan, balta, tuğ, kılıç, flama ve yapraklar kullanılmıştı. Kayığın dümeni Bostancıbaşı’ya emanetti. Saltanat Kayığı içinde iki sıra bostancılardan oluşan grubun ortasında oturan başçuhadar elinde daima bir iskemle taşır, padişah karaya çıkmak için hamle yaptığında bu iskemleyi tutardı.
Padişaha ait bir ikinci saltanat kayığı da sultanın kılıcının nakli ile görevliydi. Bu kayıkta Silahtar ağa ve görevliler bulunur lakin hiç kimse zatı şahaneye ait köşk kısmına oturamazdı. Padişahın bu kalabalık gezi heyetine eşlik edenlerin dışında başta Kızlar Ağası olmak üzere diğer harem ağalarına ait sandallar da mevcuttu.
Kayık sefası eğlencelerle devam ediyor…
Sultanın geçiş yaptığı, Kızkulesi’nden atılan toplarla anlaşılırken, kule zeminindeki bostancılar sıraya dizilmiş bir vaziyette eğilerek padişaha tazim ederlerdi. Sultan nerede karaya çıkacaksa oraya muhakkak önceden çadır kurulur, yemekler hazırlanır ve tüm görevliler dikkatli bir şekilde beklemeye geçerdi. Padişah deniz yoluyla bir mesire yerine geldiyse yemek ve namaz faslından sonra mutlaka çeşitli oyunlar düzenlenirdi (bilhassa ip cambazlarının gösterileri). Cambazlardan sonra kispetini giymiş ve yağlanmış pehlivanlar meydana çıkar önce padişahın önünde saygıyla eğilip kendilerine ihsan edilenleri alır ardından da güreş müsabakaları başlardı. Bu müsabakalarda pehlivanların birbirlerini yenmelerine çok nadiren müsaade ediliyordu. İşte o yıllarda İstanbul’da olan Melling’in sultanın deniz gezileri ile ilgili gözlemledikleri böyle…
Deniz Müzesindeler…
Sarayda kimlerin kaç kürekli bir kayığa sahibi olabileceği kesin ve yazılı kurallara bağlanmıştı. Valide sultanların, hasekilerin, gözdelerin ve şehzadelerin genellikle beş çifte kürekli kayıkları vardı. Saray hanımlarının mahremiyeti için kayıklarda dört yanı kafesli beyaz köşkler bulunuyordu. Ayrıca hanımlar hem kayığa binene kadar hem de kayıktan inilen yere kadar iki yanı kumaşla kaplı bir duvardan geçmeleri adetti. Saltanat kayıklarının yelkenlerinin rengi de birbirinden farklıydı. Padişah kayığının yelkeni kırmızı iken, şehzadelerin kayıklarının yelkeni mavi, sadrazamların ise yeşil renkte idi.
Sultanlara ait büyük bir sabırla oya gibi işlenip süslenen ve her biri adeta şaheser olan Saltanat Kayıkları Topkapı, Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi ve Üsküdar saraylarının kayıkhanelerinde korunuyordu. Kayıklar 20. yüzyıl başında Topkapı ve Dolmabahçe Sarayı’nın kayıkhanelerinde toplanmıştı. 1913 yılında Topkapı Sarayı Yalı Köşkü Kayıkhanesi boşaltılınca buradaki kayıklar Tersane-i Âmire’deki kadırga gözlerine çekildi, Dolmabahçe Sarayı halen kullanıldığı için buradaki kayıklar ise yerlerinde kaldı. Bugün ise bu eşsiz Saltanat Kayıklarının örnekleri Türkiye’nin ilk askerî müzesi olan Beşiktaş’taki Deniz Müzesinde sergilenmekte.