Sana, pek de kolay olmadığını bile bile, bir hüküm cümlesiyle karşılaştığında birkaç adım geri çekil diyeceğim. Kolay değil çünkü gün boyunca duyduğun cümlelerin içinde, izlediğin ekranlarda, okuduğun kitaplarda ve sosyal medya ırmağında öyle çok hüküm cümlesi kuruluyor ki hangi birisinden geriye çekilesin ve geriye çekile çekile nereye gidesin. Hem niye geriye çekilecekmişsin! “Artık şehrimiz gökdelenler tarafından istila edildi” diyen; “mahalle hayatımız siteler tarafından yerle bir edildi” diyen; “gençlerimizin hayatı dijital kültür tarafından işgal edildi” diyen; “geleneğimiz modernlik tarafından yerinden edildi” diyen cümlelerin nesi yanlışmış ki sen de onlardan geriye çekilesin. Haklısın! Belki de “söz tabletleri” olmasa, şu fani dünyadaki akıl konforumuzu koruyamazdık. Bunlar sayesinde, zihnimizi pek de yormadan fikir ambarımızı doldurabiliyoruz. Ve belki de bütün ömrümüz, bu fikir ambarına doldurduğumuz üzerine gidilmemiş, içi açılıp yoklanmamış hazır sözleri alıp kullanmakla geçiyor. Şehirle ilgili bir tartışmada, hiç acemilik çekmeden oradan ilgili cümleyi çıkarıp, mesele hakkındaki görüşümüzü hemen beyan edebiliyoruz. Diyoruz ki mesela, “Şehrimiz gökdelenler tarafından istila edildi, ne kötü…”
Hüküm cümleleri yalnızca şehirle, vatanla, gelenekle ya da ırkımızın hususiyetleriyle sınırlı değil. İnançlarımız üzerine konuşurken de ya o cümlelerden birine muhatap olursun ya da muhatabını yine onlardan biriyle ödüllendirmekten geri durmazsın. Ne ışıltılı söz dağarıdır öyle: Biri, “yoldan çıkmadan yola çıkamazsın” der ve sen bu “derin hakikat” karşısında hemen şapkanı indirirsin. Sonra arkasından hakikatler hakikati gelir: “Yola çıkmadan önce bilmelisin ki, niyetin bir yere varmaksa hiçbir yere varamazsın. Aslolan yolda olmaktır.” Belli ki bu cümleler yola çıkmış biri tarafından kurulmuş değil; o da bir yerlerde duyduğu veya tesirli olacağını düşünerek inşa ettiği bir cümleyi tablet halinde dimağına zerk ediyor, o kadar. İstersen gel, şu pek gösterişli sözlerin karnını bir yaralım. Bizden yürümemiz istenen yol nasıl bir yoldur acaba; bundan bir patika mı, bir asfalt mı yoksa toprak bir yol mu kastedilmektedir? Tuhaf tuhaf yüzüme bakma; tamam bunun dünyada ve ayaklarımızın üzerinde yürünen bir yol olmadığını ben de anladım. İyi de dünyada ve ayaklarımızın üzerinde yürüyemeyeceğimiz bu yolu nerede nasıl yürüyeceğiz? Tam burada irşatçımız hevesle devreye girer: “Bu yol, refakatçi olmadan yürünmez!” Ne kötü…
Erkek-kadın münasebetleri söz konusu olduğunda hükümler havada uçuşur. Dünyanın her yerinde erkeklerin kadınlar, kadınların da erkekler hakkında nereyse kesinleşmiş sayısız kanaati vardır. Genç bir kız, sevgilisiyle arası açılmış bir başka kıza “erkekler annelerine benzeyen kadın ister” der mesela; bir erkek bir başkasına, “kadın bir kez hayır demişse onu yolundan döndüremezsin” hakikatini hatırlatır. Bakın işte bir yol daha çıktı karşımıza. Ama eğer bu hüküm cümleleri bir işimize yarayacak olsaydı, muhtemelen her işimiz yolunda giderdi. Üzülmek hakkımız, çünkü bu sarsılmaz kanaatlerimize rağmen didişip duruyoruz birbirimizle. Sonunda bir kavga sırasında öylesine kurduğumuz cümleler çok daha fazla yarıyor işimize. “Seni pörtlek gözlü seni” dediğimizde nihayet hakikatin yüce tahtından, hükümlü aşk cümlelerinin beşiğinden inip, karşımızdakini gerçekten ilgilendiren bir cümle kuruyoruz. Tabii ki kabul etmeyeceksiniz; ama “seni pörtlek gözlü seni” demek, hükümler ambarından özlü bir söz çıkarıp kullanmaktan daha verimlidir. Deneyebilirsiniz! Bakın işte ben de size bir yol öneriyorum. Ne demişler: “Yoldan çıkmadan yola çıkamazsınız!”
Bir de üçüncü dünya ülkelerini, bu ülkelerin makûs talihini ve envai çeşit çaresizliğini hüküm cümleleri cephesinden düşünmekte yarar var. Böyle düşünebilmek için de bir hüküm cümlesi kurmaya mecbur kalacağım, beni bağışlayın. Geri kalmış ülkeler birer hüküm cümlesi krallığıdır. Böyle memleketlerde yöneticiler hüküm cümleleriyle konuşur, her türden idareci hüküm cümleleriyle konuşur ve yönetilenlerin tamamı hüküm cümleleriyle konuşur. İnsan denen varlık, şu can alıcı cümleler yerini bulsun diye görevlendirilmiş bir işçi gibidir. Hatta bunlar öyle rahat işçilerdir ki, sayısız hüküm cümlesi sayesinde hiç kafalarını yormadan konuşur, kentleri hakkında fikir beyan eder, mistik yolculuklara çıkar, erkek-kadın ilişkilerini bir çırpıda hal yoluna koyar ve elbette yeri geldiğinde “dünyanın en cesur milleti olarak” memleketlerini müdafa ederler. Bir şeyi galiba unuttuk. Hüküm cümleleri, onları şu ya da bu yolla pazarlamayı bilenleri daima zengin ve meşhur eder. Belki de entelektüellerin, mütefekkirlerin ve hatta âlimlerin meseleleri çözmekteki aczi bu hüküm verme hastalığıdır. Belki de onlar da şu hazır hüküm cümleleri ambarından aldıkları sözleri döndüre dolaştıra tekrar edip durmaktalar. Ne diyelim, öznenin çıplak ve her bakışta bir başka şey gören gözü kör olsun…