Osmanlı bürokrasisinin, balo adı verilen batılı tarzda bir eğlence anlayışıyla ilk karşılaşması 1829 yılında, İngiliz elçiliği sayesinde olmuştu. Kadın ve erkeklerin bir arada yemek yiyip dans ettikleri bir ortamda şimdiye kadar hiç bulunmayan ve daha çok siyasi nedenlerle iştirak etmek zorunda kalan Devlet-i Aliyye’nin üst düzey yetkilileri, tertip edilen bu ilk baloda nasıl davranacaklarını bilememiş, olan bitenleri bir süre şaşkın gözlerle izlemekle yetinmişlerdi.
Önce yatsıya sonra baloya
İstanbul’da ilk balo 1829 yılında, Sultan II. Mahmut devrinde, İngiliz Elçiliği tarafından Haliç’te demirli bir firkateynde düzenlendi. Balonun düzenlenme nedeni Osmanlı ile Rusya arasında yaşanan ve Avrupa’yı endişelendiren savaşın, İngilizlerin çabasıyla sonuçlandırılmasıydı (Edirne Antlaşması). Gemide düzenlenen baloya başta Serasker Hüsrev Paşa olmak üzere üst düzey devlet ricali davet edilmiş, hepsi de padişahın iradesiyle katılmak zorunda kalmıştı. İlk defa alafranga bir eğlencede hazır bulunan Osmanlı bürokratları, yatsı namazını kıldıktan sonra geldikleri gemide elçilikte görev yapan yetkililerin eşleriyle dans ettiklerini görünce şaşkına dönmüş, nasıl bir tavır takınacaklarını kestirememişlerdi. Ancak bir müddet sonra erkânın bir kısmı eğlenceye ayak uydurmuş ve ne yazık ki kendilerine yakışmayan davranışlarda bulunmuşlardı.
Bu rezaletten sonra İngilizlerle o yıllarda rekabet halinde olan Fransızlar da bir balo organize etti lakin yaşananlardan haberdar olan halkın tepkisi, Osmanlı devlet ricalinin bu baloya ilgi göstermesine mani oldu. Tanzimat sonrası ise İstanbul’daki sefaretlerin düzenlediği balolara icabet etmek artık tabii bir hal aldı. Hatta 1850 yılında Paris’teki Türk elçiliğinde Osmanlı bürokratlarının organize ettiği bir balo dahi düzenlendi.
Padişah’a Fransız ve İngiliz madalyası
Sultan Abdülmecit’e kadar Osmanlı Padişahları yabancı devlet adamlarına sadece nişan vermekle yetinmiş, onlardan herhangi bir surette nişan veya madalya almamışlardı. Şehzadeliğinde batı tarzı bir eğitim gören Sultan Abdülmecit’e nişan vermeye çalışan yabancı sefirler, devletlerinin en büyük rütbelerini saraya sunmuşlarsa da geleneğin bozulmaması adına hepsi reddedilmişti. Hatta Portekiz elçisi bir emrivakiyle ülkesinden özel bir nişan getirtmiş lakin Sultana takdim edilmesine izin verilmemişti.
Bütün bunlara rağmen Sultan Abdülmecit’in Fransa’nın Légion d’honneur madalyasını (Şeref Nişanı) tüm temayülleri aşarak kabul etmesi herkesi şaşkına çevirdi. Osmanlılarda ilk kez bir padişah, yabancı bir devlete ait olan madalyayı kabul ediyordu. Fransız elçisi Tuvenel, Légion d’honneur’u saraya bizzat kendisi getirerek Padişah’a gösterişli bir merasimle sunmuştu. Sultan Abdülmecit’in geleneğe aykırı herkesi şaşırtan ikinci kabulü ise Tuvenel’in 1856 yılında düzenlediği baloya hiç tereddüt etmeden katılmasıydı. Sultan Abdülmecit, göğsüne Légion d’honneur nişanını takarak geldiği Fransız sefareti önünde Osmanlı marşlarıyla karşılandı. Önce ayrı bir odada misafir edildi ve elçiyle yüz yüze görüştü. Burada Sultan, Rusya saldırıları karşısında Osmanlı’ya verdikleri desteğe teşekkür etmek için davete bizzat katıldığını ifade etti.
Balonun yapılacağı salona yerli ve yabancı katılımcıların tezahüratlarıyla giren Sultan Abdülmecit, dans eden çiftleri yakından izledi, ikramlardan tattı, bir müddet sonra da hazır bulunanları selamlayarak balodan ayrıldı. Sultan’ın baloya katılımı Fransızları çok memnun etmiş, III. Napolyon da Paris’teki Türk elçiliğinin düzenleyeceği baloya iştirak edeceğini açıklamıştı. Bu haber üzerine merkezi idare, elçilik binasından çalışanların kıyafetlerine, yemek takımlarından balonun verileceği salona kadar her şeyi yenilemek ve bunun için yüklü bir harcama yapmak zorunda kalmıştı (yüz elli bin frank). Bu arada Fransızların İstanbul’da düzenlediği baloya Padişah’ın katılması diğer yabancı elçilikleri kıskandırıyordu. Nitekim Avusturya sefareti de sultanın katılacağını ümit ederek muhteşem bir balo düzenlemiş, ancak elçilik heyeti padişahın gelmeyeceği haberini alınca hayal kırıklığı yaşamıştı. Bunun dışında Sultan Abdülmecit, 1856 Paris Antlaşmasından sonra (Rusya ile Kırım Savaşı’nı kazanan Osmanlı, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan barış antlaşması) İngiltere Kraliçesi Victoria’nın tevcih ettiği ve Büyük Britanya asalet rütbelerinin en büyüğü sayılan Knight of the Garter (Dizbağı Nişanı) nişanını da kabul etti. Bu nişan, İstanbul’da Kraliçe adına Büyükelçi Stratford Canning tarafından takdim edildi. Böylece ilk kez bir Müslüman hükümdara İngiltere’nin en büyük nişanı veriliyordu.
Cumhuriyete intikal ettiler
19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul’da bulunan müttefik devletlerin elçilikleri peş peşe balolar düzenlemeye devam etti. Ayrıca hem Fransızların hem de İngilizlerin verdiği nişanları kabul eden Sultan Abdülaziz, Avrupa seyahatindeyken Paris ve Londra’da şerefine verilen balolara katılmayı ihmal etmedi. Bilhassa Londra’da verilen balo o kadar muhteşem olmuştu ki uzun yıllar dillerden düşmedi. Sultan Abdülhamit devrinde ise sefirlerin düzenledikleri balolara sadece padişahın münasip gördüğü devlet erkânı katılabildi.
Yukarıda verdiğimiz bilgiler bize maziden kopuşun sanıldığının aksine daha eski tarihlerde başladığını gösteriyor. Tanzimat’tan bu yana bir medeniyet göstergesi olarak kabul edilen baloların Cumhuriyetin ilanı ile birlikte adeta bir devlet politikası halinde nasıl artarak devam ettiğini de anlamamıza imkân tanıyor.