Sultan Abdülmecit devrinde sarayda alafranga yaşama uygun, Avrupa’da da örneği olduğu üzere bir tiyatro kurulmasına teşebbüs edildi. Tiyatro binası, Dolmabahçe Sarayının karşısındaki silahhanenin olduğu yere yapıldı (Silahhane Maçka’ya taşındı). Beşiktaş Stadı’nın yanından (Bayıldım Yokuşu) çıkan yokuşun köşesinde bulanan tiyatro projesi, Dieterle ve Hammond adlı mimarlar tarafından çizilmiş, binanın iç süslemesi Paris operasının da dekoratörü olan Sechan tarafından yapılmıştı. Çok büyük olmayan tiyatronun tavanı, duvarları ve locaları altın yaldızla işlenmiş, perde ve dekorları ise Paris ve Viyana’dan getirtilmişti.
Yangına kurban gitti
Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda sahnelen ilk oyunun sanatkârları İtalya’dan gelmiş ikinci sınıf oyunculardı. Bunlar hem oyunlarını sahneleyecek hem de Mızıka-i Hümayun ’da görevli yetenekli gençlere eğitim vereceklerdi. İlk sahnelenen oyunlar Avrupa’nın meşhur operetleriydi. Bu oyunların kadın rollerini Avrupalı hanım artistler icra ediyordu. Bizden de Türk tenorlar yetişmiş, hatta Messina konsolosluğunda bulunmuş olan Zeki Bey, bu tiyatroda tenorluk yaparak zamanın ünlü sopranosu Adeline Murio-Celli ile operatik düetler söylemişti. Sultan Abdülmecit bu tiyatroya çok sık gelir, devlet erkânı ile birlikte sahnelenen oyunları izlerdi. Ancak Abdülmecit’in vefatından sonra Dolmabahçe Saray Tiyatrosu bir müddet ihmal edildi. Tahta geçen yeni padişah Sultan Abdülaziz alaturka musikiye hayran olduğu için alafranga oyunlara çok rağbet göstermedi. Padişahın hoşuna gitsin, ilgisini çeksin diye Türkçe piyesler sahnelense de Sultan Aziz çok alaka göstermedi. Bu arada halk arasında da tiyatroya karşı menfi görüş artmış, israf ve sefahatin sebebi sayılmıştı. Nihayet bir gece Dolmabahçe Tiyatrosu nasıl çıktığı çok da belli olmayan bir yangına kurban gitti. Yarım milyon liraya yakın bir para sarf edildiği iddia edilen bu muhteşem bina yarım saat içinde yanıp kül oldu.
Yıldız Tiyatrosu
Sultan II. Abdülhamit tiyatroya düşkün bir padişahtı. Bunun için bir taraftan Hamidiye Camisini yaptırırken bir taraftan da saray içerisinde tiyatro binasını inşa ettiriyordu. Yıldız Sarayında biri yerli biri de yabancı olmak üzere iki tiyatro topluluğunu himaye etmişti. Sultan oyunculara albaylığa kadar varan rütbeler vermiş, yabancı sanatçıların tüm ihtiyaçlarını gidermiş, gösterilerinden sonra onları para, nişan ya da değerli armağanlarla ödüllendirmişti.
Yıldız Sarayı Tiyatrosu, Vasilaki kalfanın oğlu Yanko Ioannidis tarafından 1889 yılında inşa edildi. Bu tiyatro Sultan Abdülmecit’in yaptırdığı gibi çok müzeyyen değildi. Yüz elli kişilik olan yapı dikdörtgen planlı, üç tarafı sütunlarla taşınan localarla çevriliydi. Sahnenin tam karşısında yer alan loca padişaha aitti. Bu loca nerdeyse bir salon kadar genişti. Cephesi tam sahneye bakan kısmına iki büyük koltuk konmuştu. Sultan Abdülhamit, oyunu izlerken bu koltuklardan birine oturur diğer ise daima boş bırakılırdı. Bunun dışında locada altı adet sandalye daha vardı. Sultanın iltifat ettiği kimseler locaya davet edilir bu koltuklara otururlardı. Oyun devam ederken dahi Sultan locasında devlet erkânı ile görüşmeler yapar, emirler verirdi.
Tiyatronun duvarları kalem işleriyle süslü, tavanı ise mavi zemin üzerine altın yıldız motiflerle bezeliydi. Sahne etrafında yağlıboya tablolar yer almaktaydı. Sultanı yakından görme arzusunda olan hanımlar oyunları önü seyrek kafeslerle kapanmış üst üste iki katlı locaların alt katında izliyorlardı. Sultanlar ve kadın efendiler üst katta ayrı localarda ağırlanıyordu. Salonda bulunan erkek izleyicilerin başlarını hanımların bulunduğu localara doğru çevirmeleri hoş karşılanmazdı. Bu yüzden tiyatroda görevli memurlar yabancı erkek misafirleri önceden bu konuda münasip bir dille uyarıyordu. Bayramların ilk ya da ikinci gecesi Yıldız Tiyatrosunda mutlaka bir temsil verilirdi. Saraya bayramlaşmaya gelen misafirlerin akşam tiyatroya davet edilmesi artık adet olmuştu. İstanbul’u ziyarete gelen yabancı ülke temsilcileri şerefine oyunlar da sahneleniyordu.
Yıldız Tiyatrosunu İkinci Esvapçı İlyas Bey idare etmekteydi. İlyas Bey tiyatro idaresinde başlarda zorlansa da daha sonra tecrübe kazanmıştı. İlk oyunlar Fransız ve İtalyan artistler tarafından sahnelenmiş, Hademe-i Hümayun (saray hizmetinde bulunanlar) arasından da yetenekli oyuncular çıkmıştı.
Sultanın emriyle iptal
Sultan II. Abdülhamit’in garp müziğine ilgisi üst düzeydeydi. Özellikle Aida, Travatore, Carmen, Maskot ve Faust operalarını beğeniyle izlerdi. Ahmet Mithat Efendi’ye Türkçe piyesler yazması irade edilmiş, Mithat Efendi de Yıldız Tiyatrosu’nda sergilenmek üzere Zeybek adlı gösteriyi (Balet) figüre etmişti. Ayrıca manzum bir dua ile bir de şarkı yazmış, oynanırken çalınacak zeybek havasını da Saffet (Atabinen) Bey hazırlamıştı. Lakin bu oyun daha sahnelenemeden iptal edildi. Sultan Abdülhamit’in provaları izlemeye geldiği gün sahnede zeybeklerin ağızlarında hançerlerle dans etmesi pek hoş karşılanmadı. Ahmet Mithat Efendi’den bundan sonra bir daha piyes istenmemiş buna karşılık II. Meşrutiyet’in ilanına kadar kendisine ayrılan tahsisat düzenli olarak ödenmişti.
Yıldız Tiyatrosu’nda yerli oyuncu olarak kendini en çok gösterme fırsatı yakalayan sanatçı Güllü Agop Efendi olmuştu. Müslüman olduktan sonra Yakup ismini alan bu büyük sanatçıya Hademe-i Hümayun mülazım-ı evvel (Üsteğmen) rütbesi verilmişti. Yıldız Tiyatrosu kadrosunda Mızaka-i Hümâyûn sanatçılarından Naşid ve Mehmed Zati gibi isimlerin yanında Abdi lakaplı Abdürrezzak Efendi de çalışmış lakin oyun sırasında yaptığı münasebetsiz bir şakadan dolayı işini kaybetmişti. Hayatı bu hatası yüzünden Meşrutiyet’e kadar sefalet içinde geçti.
Sultan II. Abdülhamit çağı yakalama arzusu ve yenilikleri destekleyen tutumu ile eğitim, kültür, sağlık ve ulaşım alanında pek çok reform gerçekleştirdi. Tiyatro gibi Osmanlı toplumu için modern sayılabilecek bir sanat dalına da bigâne kalmayan Sultan, siyaseten İslamcı bir çizgide yer almış ancak operet dinlemekten de geri durmamıştı.