Adi suçların yanında genel ahlâka mugayir davranışlara da asla prim vermeyen Osmanlı bürokrasisinin işi, şehir nüfusunun artması ve geçim sıkıntısının yarattığı sorunlarla daha da güçleşmişti. Kontrol mekanizmasında yaşanan bazı problemler, İstanbul’da erken diyebileceğimiz tarihlerden itibaren İslam ahlâkına yakışmayacak vakaların az da olsa yaşanmasına sebep olmuştu.
Osmanlı idaresi için mahalle namusunun korunması, azami düzeyde dikkat edilmesi gereken sosyal bir sorumluluktu. Bu nedenle içtimai hayatın ahenginin bozulmaması adına Anadolu veya Rumeli’den iş bulmak için gelen bekâr gençlerin İstanbul’a girmelerine bile zaman zaman izin verilmemiş, izin verilenlerden de edep sahibi olduklarına dair kefil istenmişti. Lakin İstanbul’daki nüfus artışı ve savaşlar nedeniyle yaşanan geçim sıkıntıları bazı toplumsal sorunları da beraberinde getirdi. Anadolu’da çıkan isyanlar sonucu büyük şehirlere yaşanan göç, geleneksel yaşamın ritmini bozdu.
Dedikodu ve ahlak
İstanbul’da geçim derdiyle çalışmak durumunda kalan kadınlar için para kazanmanın belki de en hızlı yolu hizmetçilik ya da çamaşırcılık yapmaktı. Ancak kadınların bu girişimi merkezi idarenin çok da desteklediği bir durum değildi. Özellikle şehre iş bulmak için gelmiş bekâr erkeklerin çamaşırlarını yıkayarak geçinmek isteyen kadınlara ait dükkânlar hakkında hemen söylentiler çıkmış, 17 Haziran 1571 tarihinde bunların kapatılmasına karar verilmişti. Bürokrasi, ahlâki çözülme olarak gördüğü vakaların önüne geçebilmek için tedbirler almaya çalışsa da şikâyetler gelmeye devam ediyordu. 10 Ağustos 1567 yılında Eyüp Kadısına gönderilen bir ferman, devletin bu konudaki bakış açısını göstermesi bakımından bir hayli ilginç:
“Kaymakçı dükkânlarına bazı kadınlar kaymak yemek bahanesiyle girip oturup nâmahremlerle cem olup, şeriata aykırı vaziyetler olurmuş. Kaymakçı dükkânlarına kadınların girmesinin yasak edildiğini dükkân sahiplerine muhkem bildiresün.”
16.yüzyılda esir pazarlarının bazılarında zaman zaman genel ahlâka uymayan vukuatların meydana geldiği bilinen bir husustu. Bu nedenle esir nizamnamesine aykırı hareket edenlerin ağır cezalara çarptırılacakları yönünde sık sık uyarılar yapılmıştı. Ahlaki çözülmelere karşı özellikle sert bir tutum takınan Sultan İbrahim, Narlıkapı civarında İmrahor Cami-i Şerifi Mahallesi imamlarına gönderdiği bir fermanla burada daha evvel görülen ahlaksızlıkların tekrarı durumunda tüm mahalleyi Allah Hakkı için yakacağını bildirmişti. 1791 yılında III. Selim tarafından yayınlanan bir Hatt-ı Hümayunda da kadınların sokaklarda ve pazarlarda şehvet uyandıracak tarzda kıyafetler giymeye başladıkları, feracelerin altından esvaplarının görülebildiği belirtilmiş, bundan dolayı hanımlardan giyim kuşamlarına dikkat etmeleri istenerek bazı yasaklar getirilmişti. Hatta bu yasaklara uygun kıyafet dikmeyen terzilerin de idam edileceği söylenmişti.
Devlet, Sadaret Kaymakamını dahi affetmedi
Yeniçeri Ocağının bozulması da İstanbul’da bazı tatsız hadiselerin yaşanmasına neden olmuştu. Bu tür olaylara karışan ocak mensuplarına her ne kadar ağır cezalar verildiyse de ocağın lağvedilmesine kadar şikâyetler devam etti. Ahlak suçlarına karşı verilecek ceza, olayı bizzat gören dört kişinin hiçbir tereddüde mahal vermeyecek şekilde şahitlik etmesine bağlıydı. Bu tarz bir cezaya şahit olan Müverrih Fındıklılı Mehmet Ağa, suçlu görülen erkeğin başının vurulduğunu, kadının ise recm edildiğini anlatır. Osmanlı toplumunun eğlence hayatında önemli bir yere sahip olan çengi âlemlerinin de zaman zaman toplumsal huzuru bozduğu görülür. Bu konu ile ilgili Lütfi Tarihi’nde çok ilginç bir hadiseyle karşılaşıyoruz. Anladığımız kadarıyla bir çengi yüzünden Babıâli’de küçük de olsa bir bürokratik kriz yaşanmış. Kriz, dönemin Sadaret Kaymakamı Osman Paşa’nın eşinin geceleri bir çengiyi Babıâli ’ye getirtip sabaha kadar eğlenmesi ile patlak veriyor. Bu sazlı sözlü eğlencelerden muzdarip olan semt sakinleri durumu Sadrazama kadar ileterek, sorunun daha fazla dallanıp budaklanmadan çözülmesini talep etmişler. Yapılan tahkikat sonucunda eşine söz geçiremeyen Osman Paşa kusurlu bulunarak Limni Adası’na sürgün edilirken, çengi eğlencelerine hastalık derecesinde bağlı olan karısı da Bursa’ya gönderilmiş. Sürekli aynı konağa dans için çağrılan zavallı çenginin ise idam edildiğine dair rivayetler olsa da akıbeti meçhul. Bunun dışında köçek oynatan bazı meşkhane, konak ve kahvehanelerin de kapatılması gündeme gelmiş hatta bazı meşhur köçeklerin bu yüzden Mısır’a kaçtıkları dedikodusu yayılmıştı.
19.yüzyılda başlayan ve Tanzimat Fermanının ilanı ile devam eden yenilik hareketleri ister istemez sosyal hayatı da etkilemiş, daha evvel Osmanlı toplumunda çok sık görülmeyen bazı tutum ve davranışlar bir süre sonra uluorta sergilenmeye başlamıştı. Bunlardan biri hiç şüphesiz İstanbul’un mesire yerlerinde yaşanan hadiselerdi. Bir zamanlar kadınların ve erkeklerin birlikte dolaşmalarının kesinlikle yasak olduğu mesire yerleri belki de bu değişim sürecinin bir sonucu olarak artık kayık âlemlerinin yapıldığı yerler haline gelmişti. Merkezi idare, yaşanan bu durum üzerine mesire gezileri için erkek ve kadınlara ayrı günler belirlemesine rağmen eski düzeni bir daha yakalayamamıştı.
Bolşevik İhtilali sosyal hayatı da etkiledi
Sultan II. Abdülhamid döneminde genç mekteplilerin, Beyoğlu ve Galata’da dolaşmalarına, kadınların da tek başına faytona binmelerine yasak konulmuş fakat alınan hiçbir tedbir sonuç vermemişti. 1909 yılında Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü kurulduğu zaman İstanbul’da bu teşkilata bağlı bir de Zabıta-i Ahlâkiye kısmı oluşturulmuş, toplumsal ahlâkın korunması amaçlanmıştı. Ancak 1917 Bolşevik İhtilali sonucu İstanbul’a akın eden Rusların, şehirde yaşanan din ve geleneklerle örülü yaşam düzenine aykırı davranışlarda bulundukları da bilinmekteydi. Osmanlının son dönemlerine kadar devam eden bu sıkıntılar Cumhuriyete miras kaldı, değişen dünya düzeni ile birlikte de günümüze kadar da ulaştı.