Osmanlı idaresi, kozmopolit bir yapıya sahip olan toplumun huzurunu azami düzeyde sağlama adına her dönem belli yasaklamalar getirmek durumunda kalmıştı. Bürokrasi bu yolla sadece içtimai hayatı dizayn etmiyor, aynı zamanda devletin şehre ve insan hayatına bakışında hassas olduğu noktaları da belli etmiş oluyordu. Burada idari aklı yönlendiren başat unsur elbette İslam’dı. Ancak pratik uygulamalara bakıldığında tüm adımların gayrimüslimleri rahatsız etmeyecek şekilde atıldığını görmek mümkün. Bahsi geçen bu yasaklara birkaç örnek verelim:
Erkeklere sefihane kıyafet yasağı
Toplum içerisindeki kıyafet kargaşasını düzeltmek için 1809 yılında yürürlüğe girmiş bir yasaktı. Erkeklerin o dönem için genel ahlaka mugayir olan süslü kıyafetleri tercih etmeye başlaması ayrıca resmi görevlilerin geleneksel kıyafetlerini terk edip daha gösterişli elbiseleri giymesi bu yasağın konulmasını gündeme getirdi. Devrin tarihçilerinden Şânizade Atâullah Efendi bu yasağı şöyle ifade ediyor: “Sefihane süslenmekten sakınmak İslamiyet şiarından iken zamanımızın halkı birbirinden görerek, cehalet nadanlık ve bilhassa ar ve edep noksanlığından kadınlar gibi süs ve alayişe düşmüştü. Hele avami nas ve ayak takımı, insanlık kadir ve itibarını kıyafet ve kılıkta sandılar, alasından veya adisinden türlü türlü acayip tarzda giyinip kuşandılar. Bu haller nihayet padişahın nazarı dikkatini çekti ve halkın bu sefihane kıyafeti şiddetle yasak edilip herkesin edebi ile mesleğine, işine gücüne uygun kadimden beri giyile gelen kılık ve kıyafet ile dolaşması emredildi ve bu hususun gereği gibi takibi için de Bostancıbaşıya, İstanbul Kadısına, Sekbanbaşıya, Subaşıya vesair zabitane hitaben fermanlar yazıldı.”
Silah taşıma yasağı
Devletin Mora’da sıkıntılar yaşadığı günlerde İstanbul halkı, Rumların bir katliam yapacağı haberi ile endişelenmişti (1820). Bu şehir efsanesi merkezi idareyi de sıkıntıya sokunca tüm İstanbul Müslümanlarının silahlanmasına müsaade edildi. Lakin bu yanlış karar işsiz güçsüz serseri takımının silahlanmasını da beraberinde getirdi. Kontrolsüz silahlanma toplumun huzuru için tehlike arz edince yeni bir kanunun çıkartılması gündeme geldi zira yanlarından silahlarını eksik etmeyen bu güruh uluorta yerlerde tabanca ve tüfeklerle etrafta terör estirmiş, şehir bir müddet silah sesleriyle yankılanmıştı. Bütün bunların yanında bir de kaza kurşunu ile ölenlerin ve silahlı soygunların artması artık yasağı kaçınılmaz hale getirdi. Padişah kanunun uygulanmasından Yeniçeri ağasını sorumlu tuttu, şehirde asayişi tekrar sağlamak bir hayli zaman aldı.
Kadınların kayıklara erkeklerle binme yasağı
16.yüzyıldan Sultan II. Abdülhamit devri sonlarına kadar devam eden bu yasak, umuma açık olan yerlerde kadın-erkek münasebetlerini geleneksel çerçeve içerisinde tutma amacıyla konulmuştu. Zira bazı kayıkçı esnafının uygunsuz davranışlara göz yumduğu, buna karşılık yolculardan devletin belirlediği fiyattan daha fazla para kopardıkları anlaşılmıştı. Gezinti yerlerinde bu tarz görüntülerin yaşanmasını engellemek için kayıkçılar kâhyası defalarca uyarıldı, Haliç ve Boğaziçi iskelelerinde işleyen kayıklara dahi erkeklerle kadınların birlikte binmesi yasak edildi. Bununla ilgili 1580 yılı gibi erken bir tarihte yayınlanan ferman dikkat çekici. Kayıkçılar kâhyasına şöyle deniyor: “Bundan evvel de tembih edilmişti; taze avretlerin levent taifesiyle kayığa girip gezmelerine mani ol ve bu hususu bütün kayıkçılara tekrar tekrar tembih et…”
Duhan ve Ahkaf Surelerini okuma emri; gece bekçilerine davul çalma, kahvecilere oyun yasağı
İstanbul’da 1811 yılının sonlarında başlayıp 1812 yılı boyunca devam eden veba salgını halkı perişan bir vaziyette bırakmıştı. Bir buçuk ay içerisinde ölü sayısı binlerle ifade ediliyordu (1812 yılında İstanbul’da etkili olan vebada en az 100 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor). Salgının en yaygın olduğu bölge şehrin daha çok bekârlar tarafından işgal edilen yerleriydi. Bu yüzden Sultan II. Mahmut’un emriyle bekâr odaları yıkılmış, cenazeler zor defnedilebilmişti. Bu arada İstanbul’da zahire kıtlığı da yaşanıyor, odun temin edilemediğinden bazı fırınlar kapatılıyor, meyve ve et sıkıntısı baş gösteriyordu. Böylesi kötü bir dönemde yakınlarının telkiniyle olacak Sultan II. Mahmut belanın def’i için yatsı namazından sonra minarelerden Duhan ve Ahkaf surelerinin okunması emrini verdi. Edilen dualar ve gösterilen tüm çabalara rağmen şehir neredeyse bütünüyle vebaya teslim oldu. Ramazan Bayramında günlük vefat sayısı üç bine ulaştı. Salgının durmaması üzerine ulema padişaha Ahkaf suresinin ad kavminin helakından bahsettiğini, böyle günlerde okunmasının gazabı ilahiye neden olabileceğini hatırlatarak bu uygulamanın kaldırılmasını sağladı ve emir geri alındı. Ayrıca aynı yılın Ramazan gecelerinde davul çalınması mani ve türkü okunması, kahvehanelerde tavla, dama ve satranç gibi oyunların oynanması, meddahların hikâyeler anlatması da yasaklandı.
Surların üzerine ev yapma yasağı
İstanbul’un fethinden bir müddet sonra temel ve duvar masrafından kurtulmak isteyen vatandaşların şehir surlarının üzerine veya yanına evler ve dükkânlar yaptırdığı görülüyordu. Kaçak yapıların zamanla artması 1558 yılında İstanbul Kadısına hitaben bir ferman yayınlanmasına neden oldu. Bundan böyle İstanbul surlarının iç ve dış tarafına ev ve dükkân yapılması yasaklandı. Ancak bu yasak hakkıyla uygulanamadı, gecekondu mantığı ile kaçak inşaatlar yapılmaya devam etti.
Ay yıldız simgesini kullanma yasağı
Kırmızı zemin üzerine beyaz Ay ve Yıldız’ın Türk bayrağı olarak resmen kabulü Sultan II. Mahmut devrindeydi. Bu kabulün ardından ay ve yıldızın bir süs motifi gibi alelade her yerde kullanılmaya (at arabalarına kadar) başlanması devlet tarafından hoş karşılanmamış, getirilen yasaklamayla bayrağımızı süsleyen ay ve yıldızın sadece resmi dairelerde ve asker üniformalarında kullanılması kararı alınmıştı.