Bay Gospodinov,
Masamın bir köşesinde okunmayı bekleyen pek çok yazar var. Ama görüyorum ki içlerinde en sabırsız olanı sizsiniz. Bunu iki sebepten dolayı hoşgörüyle karşılıyorum; gençsiniz ve Bulgar’sınız. Meraklanmayın, sıranız geldiğinde hem “Doğal Roman”ı hem de “Hüznün Fiziği”ni arka arkaya okuyacağım. Elbette ne yazdığınızı merak ediyorum; şimdilik benim için bir muamma olan kitaplarınızın sayfaları bir bir çevrilecek ve siz de neler anlattığını artık bildiğim adamlardan birisi olacaksanız. Ne tuhaf değil mi sevgili komşum; adlarını hafızamızda taşıdığımız ama kapaklarını aralamadığımız binlerce kitap bulunmakta. Bazen ömrümün onlardan çok azını okumaya yeteceğini düşünür, eseflenirim. Siz şanslı olanlardansınız. Şanslısınız çünkü şurada birlikte okunmayı beklediğiniz Leskovlar’dan, Vitruviuslar’dan, Braudeller’den farklı bir yanınız var. Onları eserlerini almadan önce de tanıyordum, haklarında bazı kanaatler taşımaktaydım. Oysa siz, bir arkadaş tavsiyesi olarak birden gelip aralarına katıldınız. Bilirsiniz; rütbeli okurun yazarıyla oynadığı oyunlardan biri de kahramanlarına beklemenin heyecanını yaşatmaktır. Ve belki de onları olgunlaştıran, okurun nazıdır…
Aziz Vitruvius,
Sizin değerinizi tartışmak ve eserinizin mahiyeti hakkında kanaatlerimi söylemek haddime değil. Tarihin en eski mimari eserini yazmış bulunan bir adamla aylardır aynı masayı paylaşmanın övüncü bana yeter. Yine de mimariye külliyen yabancı olmadığımı, hatta bir miktar ilgilendiğimi bilmenizi isterim. Bir mimar niye olmadım? Çok sık olmasa da sorarım bu soruyu kendime. Boşlukta bir mekân hayal etmenin insanı çeken bir yanı var. Birkaç yıl boyunca, çalıştığım iş sebebiyle şehrin kenar semtlerinden birine gidip gelmek zorunda kaldım. Ve o birkaç yıl içinde, güzergâhımda sağlı sollu pek çok yeni bina yapıldı. Cepheleri, mesajları, işlevleri birbirinden farklı bu binalara kâh hayranlıkla baktım kâh eleştirip durdum mimarlarını. Kitabınızı ilk aldığımda da bir süre sayfalarını merakla karıştırdım. Beni ilgilendiren Bay Vitruvius, bir eski zaman adamının yalnız başına taşımak zorunda olduğu ve şimdilerde ancak her biri bir uzmana paylaştırılmış bilgilere vukufiyetinizdi. Zemini, ağaçların dayanıklılığını, taşların çeşitlerini bilmek zorundaydınız. Mazur görün, uzun süre beklettim sizi. Tek tesellim, Romalısınız! Zamana karşı yarışmanın zevki azalttığını en iyi siz bilirsiniz…
Muhterem Leskov,
Biliyorum, aylardır sorup duruyorsunuz; ben niçin buradayım? Hemen söyleyeyim: Yıllar önce Walter Benjamin’in “Hikâye Anlatıcısı” hakkında yazdıklarını okumuş, metinde adınız geçtiği için sizi zihnimin bir köşesine kaydetmiş ve Türkçeye çevrilmenizi beklemiştim. Çarlık döneminden kalma bir Rus seyahat gemisi gibi nihayet şehrimizin limanına demirlemiş bulunuyorsunuz. Belki duymak istersiniz: Benjamin, adınızı geçirdiği metinde, hikâye anlatıcısının asıl amacının tecrübeyi aktarmak olduğunu söylüyor, “Leskov buna güzel bir örnektir” diyordu. Günümüzün hikâye yazarları tecrübe aktarmak gibi bir niyete sahipler mi, kuşkuluyum. Hem buna yeltenseler de pek başarılı olamazlar. Çünkü Muhterem Leskov, bizler uzmanlık çağının yurttaşlarıyız ve kullanma kılavuzları olmadan çok az şeyi yapabiliyoruz. Öyle zannediyorum ki herkesin yarım bırakılması da yeni insanlık düzeninin bir alamet-i farikası. Dünya büyük bir araba fabrikasına benziyor ve biz onun sadece bir parçasını yerine yerleştirmekten anlıyoruz. İçimizde aynı anda rüzgârlardan, bitkilerden, balıklardan, gönül yaralarından, gökten ve bedenin türlü hallerinden anlayan kimse yok. Siz işte bunun için buradasınız…
Saygıdeğer Braudel,
Biliyorsunuz ki durumunuz, okunmayı bekleyen öteki kalemlerden biraz farklı. Gospodinov yeniyetme bir romancı; Leskov tuhaf olaylar aktaran yaşlı bir Rus; Vitruvius ise, bize binalar hakkında bazı okunaklı hikâyeler anlatan çok eski bir mimar. Bir Akdeniz tarihçisinin bütün bu adamların ortasında dikilip durması bana tuhaf geliyor. Romancı bize hayal kurduruyor, hikâyeci tecrübelerini aktarıyor, mimar başımızı bir çatının altına sokuyor ama siz ortaçağda Akdeniz’deki buğday ticaretinden bahsediyorsunuz. Bütün bu bilgilere gerçekten ihtiyacımız var mı? Onları nerede kullanacağız? Affınıza sığınıyorum; “Bellek ve Akdeniz”i, benim için meşakkatli de olsa okuyacağım. Çünkü Akdeniz’den çok, atalarımın nasıl olup da Akdeniz’de tutunabildiklerini merak ediyorum. Dalgalar, dalgalar, dalgalar; bu deniz huzuru sadece bizden mi kıskandı yoksa her uygarlığın göğsüne aynı hevesle mi çarpıp durdu. Hem sizi bir roman ya da hikâye gibi okuyamam; özellikle masa başında, dingin vakitlerde ve elimde kalem, kimi satırlarınızı çizerek hecelemem gerekiyor. Hatırlıyorsunuzdur, bir başka eserinizle de uzunca bir zaman geçirmiştik. Çok gençtim o vakitler Bay Braudel, Akdeniz benim için sevdalı bir yerdi. Şimdi öyle geliyor ki kişisel tarihimizin yükü insanlık tarihinin yükünden çok daha ağır…