Sabahları çorbamı içmek için yirmi yıldır müdavimi olduğum lokantanın arka kısmındaki açık mutfağın önüne gidiyor, günün menüsünü hazırlamakta olan aşçılar ve aşçı yamaklarıyla selamlaşıyor, patronları yokken onlara kısa bir konuşma yapmayı ihmal etmiyorum. Diyorum ki aziz emekçi kardeşlerim, uzak köylerden, susuz tarlalardan, alıç kokularından gelenler, işte buradasınız. İşte buradasınız ve kendisi de küçük bir esnaf olan patronunuzun kazançlı bir günü için şu yaz sabahında terleyip duruyorsunuz. Biliyorum ki döner ateşi, önünüzde yanan cümle ocak, kaynayan tencere buğuları ve ekmeğinizi düşünmek yüzünden sizlerin bir kışı da yoktur; siz hep terliyorsunuz. Mevsimlerin içinden gelip böyle mevsimsiz kalmanıza rağmen, tek günlük bayram tatilini dünyanın en uzun dinlenme günü telakki etmenizi ve işten yarım saat erken çıkmayı şahsınıza yapılmış bir ayrıcalık saymanızı da anlıyorum. Nihayetinde sizler bir roman kahramanı değil, etiyle kemiğiyle gerçek hayat adamlarısınız. Çocuklarınız var. Bir çocuğu olmak, dünyayla uzlaşmak için yeterli bir sebeptir. Artık bana ayak paçamı verebilirsiniz…
Sabahları, ama özellikle kış sabahları ayak paça çorbamı içmek için yirmi yıldır müdavimi olduğum lokantaya gidiyor ve Üsküdar’ın yarım akıllı İsmail’i gibi garsonlara ve komilere bir nutuk irat ediyorum. Diyorum ki amele kardeşlerim, bilebileceğiniz üzere buraya bir vapurla, düşmanları atlatarak gelmedim. Bir general de değilim zaten. Öyle üşengeç durmanıza, kuşkuyla bakmanıza gerek yok. Düşman yurdu istila etmediği için, seferberlik ilanı da yeniden askere alınmanız da söz konusu edilemez. Rahat olunuz ve beni huzur içinde dinleyiniz. Sabahın bu saatlerinde martı çığlıkları şehrin semalarından çekilir, onların yerini kap kacak, çatal bıçak sesleri alır. Bunun manası nedir bilir misiniz? Sizler, tan vakti kuşları uçup giderken yerlerine nöbetçi bıraktığı sabah kuşlarısınız. Bizler göğsümüzü ve vücudumuzun cümle azalarını kaşıyarak uyurken, siz emekçi kardeşlerim bütün semtlerde, tuhaf bir harmoni içinde tencerede kaşık oynatırsınız. Ancak şairler, hikâyeciler ve belki klasik Türk musikisi icra edenler, çorbalarını içerken, bu çorbaya karışmış mahmurluğunuzu görebilir. Üstüne basarak söyleme ihtiyacı hissediyorum esnaf lokantasının değerli çalışanları: Bizi doyuran sizin sabah uykularına kattığınız müziktir…
Sabahları ev kahvaltısına alışamadığım için, yirmi yıldır müdavimi olduğum bir esnaf lokantasına gidiyor, orada çalışan aşçılara, garsonlara ve yamaklara hususi konuşmalar yapıyorum. Eğer mekânda bir başka müşteri yoksa ki bu nadiren mümkündür, lokantanın tam ortasında herkesin beni görebileceği ve duyabileceği bir noktada duruyorum. İçimden bir sandalyenin üzerine çıkma hevesini zorla bastırarak diyorum ki: Değerli Türk emekçileri, her açıdan yerli ve milli olan çalışkan insanlar, günaydın! Bir sabah vakti, günaydın kelimesine muhatap edilecek sizden daha kıymetli kim olabilir? Buraya geldiğimizde içecek çorbamızı hazır ve sıcak, masamızı temiz, ekmeklerimizi önümüzde kesilmiş buluyorsak, bütün bunlar sizin erkenden işbaşı yapmanız ve faaliyetlerinizi aksatmamanız sayesindedir. Sizler faaliyetlerinizi aksatmazsınız da. İçinizden biri hasta olsa, çocuğu ateşlense, karısı doğum yapmaya kalksa, memleketten dayısının kızı gelse, hemen elbirliğiyle onun bir gününü boşaltır ama boşalttığınız yeri müşteriye asla hissettirmezsiniz. Bizler de hissetmeyiz, o gün kim hangi sebeple yerini boş bırakmıştır. Garsonluk, komilik ve aşçılık şahıslara bağlı olmadan icra edilmesi gereken mesleklerdir. Arkadaşınıza dar zamanında gösterdiğiniz o taşra günlerinden kalma alaka makbul ve muteberdir. Bir duayı elbette hak etmektesiniz…
Bir çorba insanı olmaktan vazgeçemediğim için, sabahları, yirmi yıldır müdavimi olduğum esnaf lokantasına gidiyor ve sabahın o saatinde telaşla güne hazırlanan lokanta çalışanlarına düzgün cümlelerle, süreyi fazla taşırmadan makul bir konuşma yapıyorum. Diyorum ki kıymetli emekçiler, tas kebabı, yahni, İzmir köfte hazırlayan, onları sofraya getiren, sonra boş tabakları alıp götüren, sofrayı silen ve hepsinin üstüne bir de masaya çay koyanlar, merhabalar nasılsınız? Günün bu saatini bir başkasıyla değil de sizinle geçiriyor olmam elbette takdiri ilahi. Sizler ve ben isyan edenlerden değiliz ve olmayacağız da. Çalışıp çabalamaya, üstümüze düşen vazifeleri yerine getirmeye ve hepsinden önemlisi bir üçüncü sayfa haberinde geçmemeye gayret sarf edeceğiz. Ev halidir, bazı sıkıntılar yaşanabilir; tövbe diyip, başımızı sağa sola sallayıp, dışarıya çıkıp nefesleneceğiz. Müşteri daima haklıdır, biri imambayıldıdan şikâyet ediyorsa, o da haklıdır, eleştirileri yumuşaklıkla geçiştireceğiz. Kürdan isteyene kürdanını, peçete isteyene peçetesini, karanfil isteyene karanfili, kaşığı yere düşene kaşığını vereceğiz. Alttan alacağız, mesleğimizi icra ederken kabalıktan uzak duracağız, temizlikten ödün vermeyeceğiz. Esen kalınız…