Niye sevelim ki…

Son günlerde kamuoyumuzu iki olay, çok meşgul etti.
Birincisi 10 Kasım’da meydana gelen, birkaç provokasyon girişiminin akabinde meydana gelen gelişmeler.
İkincisi de Diyanet İşleri Başkanı’nın, Kadir Mısıroğlu Ağabeyimizi ziyareti…
Bu olaylar, birilerinin Müslümanları hedef almasına vesile oldu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Kadir Mısıroğlu’nu ziyaretinden dolayı, ‘O zat o koltukta oturmamalıdır.’ diyerek, istifasını istiyordu.
Gerekçe olarak da Kadir Mısıroğlu’nun Mustafa Kemal ile ilgili olarak, bir konuşmasından ‘Keşke Yunan gelip gelseydi’ cümlesini delil gösteriyordu.
Kılıçdaroğlu, Kadir Mısıroğlu’nun konuşmasından çok kısa bir bölümü ‘Keşke Yunan gelip gelseydi’ cımbızlayarak, aslından saptırıyor. Kadir Mısıroğlu konuşmasının o bölümünde şöyle diyor: “…. Beni tefe koyarlar ama keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat kaldırılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi. Ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı. Buna inanmayan, Yunanistan’da bir Şeriat Mahkemesi var. Orda Yunanistan’ın esiri olan Müslümanlar için. Sizin içinizden birisi desin ki: ‘Ahvâl-i şahsiyyeye müteallik vesail için, hiç olmazsa ihtiyarî, talebe bağlı, isteyen Şeriat Mahkemesi’ne gitsin’ diyebilir misiniz?» ‘Anayasaya Laiklik koymasın’ diyen adamı nasıl boykot ettiler. Nasıl hakaretlerde bulundular görüyorsunuz. Bizim gavur elin gavurundan daha şiddetlidir.”
Kemal Kılıçdaroğlu’na göre, Diyanet işleri Başkanı yaptığı bu ziyaretten dolayı, istifa etmelidir…
Fakat Aynı Kemal Kılıçdaroğlu’na göre Sezgin Tanrıkulu, Ali Haydar Hakverdi, Ali Şeker, Oğuz Kaan Salıcı, Mahmut Tanal, Veli Ağbaba, Selin Sayek Böke, Zeynep Altıok, Gamze Akkuş İlgezdi gibi milletvekillerin, terörist cenazelerine ve taziye evlerine katılmaları, çok normal…
Ahmet Hakan da Diyanet işleri başkanının ziyaretinin 9 Kasım’da yapılmasından yola çıkarak, Kadir Mısıroğlu adlı zat, “10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe kenefe gidin!” diye bir beyanda bulunmuştur.” “10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe kenefe gidin!” sözünü, bize bir yorumlar mısınız lütfen.” diye bir çağrıda bulunuyor…
Ahmet Hakan bence bu soruyu sormakta haklı…
Aynı şekilde 10 Kasım provakatörlerinin yaptıkları eylemleri, çok yanlış ve anlamsız buluyorum…
Çünkü Yüce Rabbimiz Enam Suresi – 108. Ayeti kerimede mealen: “Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini, câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.” buyurmaktadır.
Siz Mustafa Kemali sevmeyebilirsiniz, ben sevmeyebilirim; fakat birileri ‘ilah’ derecesinde seviyorsa…
Onların ‘ilahlarına’ sövmek, hakaret etmek; hiçbir Müslüman’ın haddi değildir. Hatta bir adım daha ileri gideyim, ‘günah’tır da…
Çünkü Ayet-i Kerimeye göre ‘Siz onların ilahlarına söverseniz, onlar da Allah’a söver’ buyrulmakta.
Sevgi. Bir kişiye, bir nesneye karşı, içimizde hissettiğimiz güzel duygu diye tanımlayabiliriz. Bu duygu genelde insanoğlunda, gayr-i ihtiyari olarak gelişir.
Bir kişiyi, bir kimseyi herhangi bir karşılık beklemeden sevmek, insanoğlunun en güzel hasletlerinden biridir.
Bizleri yaratın yüce Rabbimiz Tevbe Suresi 23-24. Ayetlerinde bakın ne buyuruyor:
“Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse, işte onlar da zalimlerin ta kendileridir.” “Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Kişi sevdiği ile beraberdir. Kıyamet günü birlikte haşrolunacaktır.” buyurmaktadır.
Yine yüce Rabbimiz Bakara Suresi 256. Ayetinin başında “Dinde zorlama yoktur.” buyurmaktadır.
Kimse kimseyi Müslüman olmaya zorlayamaz…
Kimseyi ‘Şunu ‘ilah’ edineceksin veya ‘Şunu ilah edinmeyeceksin’ diye zorlayamaz. ‘Şunu seveceksin, bunu sevmeyeceksin’ diye kimseyi de zorlayamayız.
Mine Kırıkkanat ismindeki gazeteci bayan, bir televizyon programında: “10 yıl önce bu kadar Atatürkçü değildim. Şimdi Atatürk benim ilahım diyorum. Hiçbir kusurunu görmediğim gibi Atatürk’e artık tapıyorum. 10 yıl önce tapıyordum demezdim. Arkadaşlarım da aynı şekilde dediler ki, ‘Mine, aynı fikirdeyiz. Çünkü bundan 10 yıl önce biz, ilk cumhuriyet döneminin kusurlarını da görüyorduk. Atatürk’ü severdik ama küçük kusurlarını da görürdük. Şimdi ise bir kusur bulana çakacak vaziyetteyiz’ yani artık o kadar kinliyiz.”
Mine Kırıkkanat gibiler istediklerini ‘ilah’ edinme özgürlüğüne sahiptirler.
Hiçbir Müslüman, Mine Kırıkkanat gibilere ‘Sen Mustafa Kemal Atatürk’ü ‘ilah’ edinemezsin, sen Atatürk’e tapamazsın.’deme hakkına sahip değildir.
Peki ne diyebiliriz…
Mustafa Kemal’in icraatlarını, insanlara anlatabiliriz pekâlâ…
Mustafa Kemal ne yapmış veya ne demiş, bunları insanlara anlatabiliriz.
Ne yapmış Mustafa Kemal?
Mesela, dünyanın hiçbir devriminde görülmeyen, Harf İnkılabını yapmıştır. Bin yıldan fazladır kullandığımız harfleri değiştirerek, dedelerimizin yazdıklarını okuyamaz hâle getirmiştir…
Anayasadan ‘Devletin dini İslam’dır’ maddesini kaldırmıştır.
İsmet Paşa ve 120 arkadaşının teklifi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi 10 Nisan 1928 tarihli toplantısında anayasanın laikleşmesi ilkesinden hareketle, anayasanın ikinci maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır.” fıkrası kaldırıldığı gibi, 26. maddenin baş tarafında şeriat hükümlerinin T.B.M.M. tarafından yürütüleceğini belirten cümle de kaldırıldı. Bundan başka milletvekilleri ve cumhurbaşkanının yaptıkları yeminlerde “Allah” üzerine yemin kaldırılarak, namus üzerine ant içilmesi şekli kabul edildi.
“1931 yılının Aralık ayında başlayan çalışmalar kapsamında Dolmabahçe Sarayı’nda dokuz hafız ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı. Kuran’ın Türkçe tercümesi Cumhuriyet döneminde ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde, İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından, Fatih Camii’nde okundu.
4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedid bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim (genelge) gönderildi. Bu genelge, yıllarca Türkçe ezanın dayanağı oldu. 1941›de ise Refik Saydam›ın başbakanlığı ve İsmet İnönü›nün Cumhurbaşkanlığı zamanında, kanun çıkarıldı ve Türkçe ezana yasal zemin kazandırılmış oldu.”
Mustafa Kemal’in 01 Kasım 1937 tarihinde Meclis oturumunda yaptığı konuşmasından:
‘Bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği ‘sanılan’ kitapların doğmalarıyla, asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarınızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
Ateist Aziz Nesin’in sözüyle nokta koyalım:
“Gerçek Müslüman Atatürk’ü sevemez. Niye sevsin ki, yaptığı hiçbir iş Müslümanların lehinde değildir. Seviyorsa, ya ahmaktır ya sahtekâr…”