İki veya üç yılda bir gidiyorum Malatya’ya, yine de iyi tanıdığım bir şehir değil. Bir fuar alanında, konferans salonunda, bir evin oturma odasında ve otel molalarında hızla akıyor zaman. İnsanları sıcak, bilgili, açık yürekli. Muhasebe ve önemli sorular söz konusu olduğunda Malatya sanki dönülen aile ocağı. Söz sözü açarken Eski Malatya’daki mimarlık şaheseri Ulu Camii ve restore edilen kervansarayı görmeye sıra gelmiyor. Cümleler yarım kalıyor bazen, ayaküstü gerçekleşen panellerde.
Malatya gibi düşüncenin değer bulduğu şehirlerde buluşmalar bir muhasebe vesilesi oluyor. Daha az mazlum oluşturan ve kalplerde yakıcı bir öfke bırakmamayı başaran bir dil inşa edilemez miydi onca birikim sayesinde? Öyle değilse sadece bir zamanlar yasaklar tarafından mağdur edilmiş olan milletvekilinin, “ya işte artık buradayım” anlamına gelen porselen gülüşü bir zafer göstergesi olarak ne kadar anlamlı? Kültüre katkı ise onca faaliyete karşılık bir hayli netameli. İşte buradayız ama daha önce de bir araya gelirdik biz ve umut dolu konuşmalar yapabiliyorduk. Gerçekten kitap okuyorduk, rafları dolduran pahalı prestij kitapları tarafından kuşatılmıyordu vaktimiz.
Şimdi bir kez daha eksik olan üzerine düşünmemiz gerekiyor ki yeni, taze, umut dolu bir başlangıçtan söz edebilelim.
Krizler yarım yüzyılından geçiyoruz, birçok zaafımız kriz halinin arızaları ve kazalarıyla açıklanabilir. Peki, Müslümanlar olarak nasıl bir umut sunuyoruz bu krizler yarım yüzyılına…
Niteliği oluşturan başlıca hususiyet, başkalarının acılarını kavramaya açıklık…
Üç yıl önce “21. Yüzyılda İslam Dünyası’nın Gelecek Tasavvuru” başlıklı bir sempozyuma katılmıştım ve dört yıl önce de yine bir fuar için buradaydım. Fuarın Onur Konuğu bu yıl, kültür hayatımızın temel soruları üzerine yazmayı hiç bırakmayan kıymetli yazar Mehmet Doğan.
Dört yıl önceki fuarda bir süre sohbet ettiğim bir öğretmen hanım son yıllarda edebiyata yöneldiğim için eleştirmişti beni: “ Öykü roman zamanı değil, o zamanı geçtik, bize fikir kitapları lazım.” Bu defa ise roman ve öykü okuru kadınların ağırlık kazandığını fark ediyorum kısa söyleşilerde.
Rahime Akar, mesleğinde 40. yılı dolduran bir öğretmen; fuar organizasyonunda da görev almış. 1984’te, darbe sonrası rotasyonu ile gönderildiği Diyarbakır’ı anlattı bana. İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün odasına girer girmez, içeridekiler selamını bile almamışken, yetkili görünümlü biri, “Çık, çık çık çık” diye bağırdı. İtiraz etmeden çıktı; askeri darbenin “her şey olur” zamanları… Epey zaman sonra görüştüklerinde müdür, onu odadan kovanın müfettiş olduğunu söyledi. Müdür Bey müfettişe karşı onu savunmamış olsaydı, başına neler gelirdi?
Müfettişler sadece kamusal mekanlarda değil sokaklarda da önümüzü kesiyordu. 1987’de Ankara’da, Tunalı Hilmi’ye çıkan bir sokakta yazmıştım, “Teşekkürü Hak Ettiniz Bay Yargıç” öyküsünü.
Yaşadığımız birçok acı sanat ve edebiyat yoluyla anlatılmadığından tarihin kara deliklerinde kayboluyor. Kiğılı Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle işte o kaybolan hikayelerimiz üzerine konuştuk.
“Malatya kızıyım ben” diye tanımlıyor hayattaki duruşunu, Rahime Akar Öğretmen. 400 puan almıştı üniversite sınavlarında, herkesin 100-150 puan aldığı dönemde. Liseden dereceyle mezun oldu, ancak derece nedir bilmiyordu. A.Ü. Rektörlüğü’nden, derecesi nedeniyle üniversiteye davet edildiği bir mektup aldı. İmkânları yoktu ki, köylü kızı, kim okutacak… Ankara Şereflikoçhisar’a atandı. Darbe oldu. Rotasyona tabi tutuldu. “Rapor alalım, gitme”, dedi ailesi. “Olmaz”, diye karşı çıktı. “Kızların okutulmadığı okullara gideceğim ben.” Mardin ve Diyarbakır’da 12 yıl susuz evlerde yaşadı. Bidonlarla su taşıdı çeşmelerden. Halk nasıl yaşıyorsa öyle yaşayacaktı, o zaman öyle düşünüyordu, bugün de değişen bir şey yok. Zor şartların çocuğuydu, zor şartlarda öğretmenlik yapmayı görev biliyordu. Kadınlara el işi öğretti. Öğrenci velilerini evlerinde ziyaret etti. 40 yıllık meslek hayatı boyunca bütün öğrencilerinin velileriyle tanıştı. “Aileyi eğitmek gerekir, çocuğu değil.”
Fuar’da görev alan bir diğer öğretmen, Gülhan Cengiz ise Yüksekova’da bir yıl öğretmenlik yaptı. “Güneydoğu’da gençlerin hayata tutunması için ne yapıyoruz? Her okulda bir hafta içinde 7-8 öğrenci kayboluyor.”
Bu gençleri kaybetmemenin bir yolu olmalı. Veda Hutbesi duvarlarda daha yaygın olarak yer alıyorken niye söylem üretemiyoruz? Kardeşliğimizi vurgulamak için hiçbir zaman geç değil. Matemi paylaşmak, bir imtihandır. Silopi’de öldürülen çocuklar geleceğimizin eksileri, yüreğimizin sızısı. Açlık grevi yapan insan, bedenini ölüme teslim eden, bir konuşma isteği yansıtıyordur, nerede olursa olsun. Belki suçlu, belki değil; uçurumun kıyısında haykırdığı konuşma talebine cevap vermek bu kadar mı zor…
Sonra Malatyalı Şair Esra Şahin geldi yanıma, uzun uzun sohbet ettik.
Esra % 60 görme engelli bir genç kız. Hukuk Fakültesi’nde okumaya hazırlanıyor. Görme engeline teslim olmamasında şiirin büyük yardımını gördüğünü anlattı bana. Japonya’da katıldığı bir yarışmada “Aslında Hepimiz Engelliyiz” başlıklı şiiriyle birinci olmuş. Ödülü olan 2 bin doları 15 Temmuz şehitlerine bağışlamış. “Kum Saati” isimli bir şiir kitabı var Esra’nın.
Akıp giden söyleşilerle tamamlanır hep Malatya günleri. Nida Dergisi ile karşı karşıyaydı standlarımız; bir ara Semra Çekmegil Hanımefendi ile sohbet ettik. Semra Çekmegil, Türkiye’nin tefsir sahibi ilk kadın âlimi. Tefsirini ev toplantılarındaki Kur’an okumalarıyla geliştirdiğini öğreniyorum.
Ertesi sabah kahvaltıda “Hamas-Anlatılmamış Bölümler 1” kitabının yazarı Azzam Temimi’yi dinledik. Notlarımı Malatya’da, İz Yayıncılık’ın standında unuttuğum için, bir başka yazımda konu alacağım Temimi’nin konuşmasını.
Kitap Fuarı tanışmaların, buluşmaların, söyleşilerin platformu. Sevgili Ebubekir Kurban, Rahmetli Erol Olçok’un kıymetli eşi Nihal Olçok’la tanıştırdı beni kahvaltı sırasında. Şehitler ölmez, biliriz; bu gerçeğin bilincini sergileyen vakur bir insan Nihal Hanım.
Az kalsın yine Ulu Camii ve Silahtar Mustafa Paşa Kervansaray’ını ziyaret etmeden ayrılacaktım şehirden. Emine Batar’ın çabasıyla giderayak yola düştük. Bünyamin Yılmaz, Abdülhamit Güler ve Mahmut Bıyıklı vardı gezi grubumuzda. Abdülhamit ve Bünyamin, Fuar Çadırı’nda darbe girişiminin gecesinde kişisel olarak tanık oldukları sahneler üzerinden 15 Temmuz direnişinin sanata nasıl yansıyacağına dair bir konuşma yaptılar.
Mustazaf olmak aslında tanım gücünden söylem kurmaktan yoksunlaşmak; bunu, çeşitli platformlarda konuştuk, Malatya günlerinde. Kendi hatalarımızdan ders çıkarmaktan başka hiçbir şey yardım edemez bize yeniden kurmak istediğimiz soru cümleleri için.