Nasıl bir duruş sergilemeliyiz?

Avrupa’dan başörtü düşmanlığıyla ilgili yoğun şekilde haberler geliyor. Olaylar duruldu derken birkaç gün sonra tekrar nüksettiğini görüyoruz. Başörtülülere karşı düşmanca tutum, sokak, kafe gibi sosyal merkezlerde, hatta haşema giyilmesinin yasak olduğu plajlarda dahi ırkçı tavırlar, şiddet içeren davranışlar sergileniyor.

Fransa’nın “O Ses Fransa” programına katılan “Menal Meskun” başörtüsünden dolayı karşılaştığı propagandadan sonra programdan geri çekilmek zorunda kalmıştı. Söz konusu olayın üzerinden daha birkaç ay geçmemişken bugün yine benzer bir propagandaya şahit olduk. Sorbonne Üniversitesi’nin Ulusal Fransız Öğrencileri Birliği Başkanı ve aynı zamanda Müslüman aktivist “Meryem Pougetoux” başörtüsünden dolayı propagandanın en şiddetlisine maruz kaldı. Hatta söz konusu kampanya halen devam ediyor. Bu olaydan önce de 15 yaşında olan “Sanet Ducani” adlı bir Türk öğrenci saçlarının tamamını traş ettirerek başörtü yasağı çıkaran Fransız hükümetini protesto etti. Sanet bu tavrıyla hem Fransız hükümetine hem de saçlarını erkeklere göstermeyi haram kılan Allah’ın rızasına ancak bu şekilde erişebileceğine işaret etti. Ne yazık ki bu olaylar özgür ülkelerde yaşanıyor.

Avrupalı kadınların başörtüye karşı bakış açılarını anlayabiliriz. Onlar başörtüyü bir kölelik sembolü olarak gördüklerini düşünüyorum. Çünkü orta çağda Kilise yönetimi zamanında kadınlar zorla dindarlık ve yobazlığa itildikleri söyleniyor. Hatta reformdan uzun süre sonra bu sistem aynı şekilde devam etmiş. 1944 yılına kadar Fransız kadının vatandaş olarak hakları kabul edilmemiş olmasıyla birlikte, Avrupa kadınları arasında vatandaşlık haklarını en son alabilen Fransız kadınları olmuştur.

Dolayısıyla söz konusu kadınlar geçmişte maruz kaldıkları baskılardan dolayı biriken öfkelerini günümüz Müslüman kadınlarına karşı kullandıklarını söyleyebiliriz. Hâlbuki İslam dini, kadın haklarını kabul eden bir din olduğu bilgisinden yoksunlar. İslam dininin kadınların siyaset, ticaret ve eğitim haklarını ellerinden almadığını bilmiyorlar. İslam dini kadınların hiçbir hakkını esirgememiştir. Onlar bunları bilmiyorlar. İslam kadını siyasete ilk İslam’a davet çağında girmiştir. 2. Akebe Biatı’nda erkekleriyle Medine-i Münevvere’ ye gelen kadınlar Hz. “Ümmü Emare Nesibe b. Ka’b El Ensâriye” ile ” Ümmü Muni’ Esma b. Amr” (r.a.) olup erkekler gibi Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’e biat etmişlerdir.

Nesibe b. Ka’b eşi Zeyd b. Asım b. Ka’b ile katıldığı Uhud savaşında tam 12 yerinden yaralanmıştı.Müslümanlar hezimete uğradıklarında Resulullah’ın yanına geçerek savaşmaya devam etmişti. Derin yaralara maruz kalan Nesibe (r.a.)’nın oğlu Museylime El Kezzab tarafından parçalanmıştı. Buna rağmen Nesibe yılmayıp savaşmaya devam etmişti. Aynı şekilde ridde savaşlarında da Halit b. Velid ile beraber savaşmıştı. Nihayet Hz. Nesibe, Yemame savaşında kolunu kaybedene dek savaştı.

Peygamberlik döneminde siyaset alanında yılmadan çalışan kadın örnekleri çok sayıda bulunmaktadır. Örneğin sahabe Esma b. Ebu Bekir (r.a), Resulullah Efendimiz (s.a.v.) ve babası Ebu Bekir’in Medine’ye hicretleri esnasında kendilerine gıda ve bilgi temin etmiştir. O sıralarda oğlu Zubeyr b. Avvam’a hamile olmasına rağmen Resulullah Efendimiz ve babasının saklandığı mağaraya ulaşmak, gerekli gıda ve bilgileri vermek için dağa tırmanıyordu. Kuşağını ikiye ayırıp birisini beline diğerine yemekleri bağlayan Hz. Esma’ya “İki Kuşak Sahibi” lakabı verilmiştir. Buna karşılık Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine cennette iki kuşak verilmesini dua etmişti.

Yine kadın hatibemiz Hz. Esma b. Yezid b. Sekan (r.a.)’nın güçlü bir hitabeti vardı. Medine’ye gelen Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e Rıdvan biâtında Allah yolunda cihat konusunda biat etmiştir. Uhud savaşında babası, amcası ve kardeşini kaybettiği sırada Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’in iyi olduğu haberini alan Hz. Esma’nın meşhur bir sözü vardır: “seninle beraber bütün musibetler hafif gelir”.

Hz. Esma Hendek ve Hubeyr savaşına katılmış olup, yine Yermuk savaşında Müslümanlarla beraber savaşmak için Şam’a hicret etmiştir. Yermuk savaşında çadırın direğiyle tam 9 Rum askerini öldürmüştür.

Hele ki Müslüman topraklarında hayatını sürdürebilmek ve ibadetlerini din kardeşleriyle özgürce yaşayabilmek uğruna Mekke’den Medine’ye tek başına yürüyerek hicret eden sahabemiz “Ümmü Eymen Bereke” (r.a.)’yı unutmak mümkün mü?

Biz kadınların İslam diniyle ilgili hiçbir sorunumuz yoktur. İslam dinini ve Allah’a kulluğu sevdiğimiz için başörtümüzü de seviyoruz. Hatta başörtülü bayanlara göz gezdirdiğinizde başörtüleriyle güzelliklerini koruyabildiklerini sizde göreceksiniz.

Dolayısıyla asıl sorun, İslamiyet’in ruhundan uzak yaşamayı adet haline getirmemizdir.

Bununla birlikte biz kadınlar da bu konuda sorumlu sayılırız. Dinimizin bizlere verdiği hakları doğru şekilde savunamadık. Ümmetin yetiştirilmesinde bizlere sunulan ikincil rollere boyun eğdik. Belki de İslam kadınının hak ve sorumluluklarını tam olarak bilmiyor olabiliriz. Doğru şeriatı hayatımızda rehber edinmedik. Başörtümüzü ve dinimizi güçlü bir şekilde savunamadık. En önemlisi İslam kadınına ümmet ve vatan alanında etkili roller verilmemesiyle onu en doğru şekilde tanıtmayı başaramadık.

Dolayısıyla bu ciddi sorunu çözüme kavuşturabilmemiz için öncelikle bizlere düşen, güçlü İslam Devletleri çağlarında özellikle Medine-i Münevvere ve Endülüs’te İslam kadınının tarihini doğru anlayarak bunları hayatımıza geçirmektir. Sadece yemek pişirme ve güzel giyinmeye odaklanmayıp önceliklerimizi o tarihe göre sıralamaktan başlayabiliriz.

Kendimizi geliştirmek, neslimizi yetiştirmek ve vatanımızı korumak önceliğimiz olmalı. Sonrasında yemek, gezi, süslenme gibi bizi iyi hissettiren şeylere yönelebiliriz.