Mucize mi bekliyorsun? O zaman tebessüm et!

Küçük kızım ilkokula ilk başladığında ilerde hangi mesleği düşündüğünü ne zaman sorsak aldığımız cevap şaşmazdı: Resim öğretmeni olacağım.

Onu resme sevk eden şeyin, okuldaki resim öğretmeniyle kurduğu güzel ilişkinin bir sonucu olduğunu düşünür, bu durumun resim dersine verdiği özene yansıdığını, çizdiği şekilleri büyük bir istekle tamamladığını görürdüm. Ondan istenen, defterlerini güzel çizgilerle süslemesi ve arada resim öğretmeninden takdirlik notlar almasıydı.

Kızım okul değiştirince aldığımız cevap da değişti. Orada en hoşuna giden öğretmen İngilizce öğretmeni olunca resim sevgisi uçtu gitti, yerine İngilizce öğrenme hevesi geldi. Bu iki öğretmene benzeme arzusunun onların şık, güzel ve zarif oluşlarına duyduğu beğeniden kaynaklandığını elbette biliyorduk. Bu beğeni, yüreğinde kocaman bir sevgiye dönüşmüş, bu sevgi çeşitli şekillerde kendini göstermişti. Onlara ilgi duyma, onlara öykünme, onlara kendini beğendirme ve en önemlisi onların yolundan gitme.

Her iki öğretmenin zarif görünümleri ve küçük kızıma güzel davranmaları, onun nazarında büyüyünce onlar gibi olmak için yeterli bir nedendi. Kendisiyle barışık, gülümseyen, güzel üsluba sahip olanın bırakacağı etki; bağıran, asabi ve kasıntı bir üsluba sahip birinden çok daha farklı olacaktır. Başkalarını takdir eden, saygı duyan, değer ve önem veren, benzer tavırlarla karşılanacaktır.

Büyük bir dersi bir gün bizzat kendi hayatımda yaşadım. Sekiz yaşındaki kızım, Besha semtinde yol boyunca uzanan yeşil alandan büyükannesine bir demet yasemin çiçeği getirmişti. Annem çiçekleri kocaman bir gülümsemeyle kabul etti. Kızım her gün okuldan veya başka bir yerden eve dönerken benim için de yasemin getirirdi. Yalnız annem yaseminleri benim yaptığım gibi kırık bir bardağın içine koyup mutfağın bir köşesine yerleştirmedi. Masanın üzerine koyup yapraklarını bir güzelce sıyırdı sonra da misafir odasındaki pahalı bir kristal tabağın içine boca etti. Kızımın sevinci görülmeye değerdi. Bu sevinci gayet iyi anlamış, yaptığımdan utanç duymuştum. O günden beri annemi taklit etmeye ve misafir odasındaki kristal tabağı kızımın her gün getirdiği yaseminlere tahsis etmeye başladım. Kızımın sevinci beni de mutlu ediyor, daha fazla çiçek getirmesini ona bir şekilde hissettiriyordum.

Resim öğretmenliğim esnasında dersle ilgisi olmayan bir çocuk vardı. Bir gün bu çocuk sınıfta yokken onun yaptığı bir resmi duvara asmış ve öğrencilere bu resim hakkında güzel sözler söylemelerini tembih etmiştim. Öğrenciler o çocuk geri geldiğinde resmi övmeye başladılar. Öyle güzel yapmışlardı ki söylediğimi, neredeyse gülüşüm bu oyunu ele verecekti. Çocuk da resmini duvarda asılı görmekten mutlu oldu ve ders boyunca haytalık yapmadı, sessizce yerinde oturdu. Ertesi gün yeni satın aldığı defteri ve kocaman boya kutusunu bana göstermek için hemen koşturdu, ders boyunca da resim yapmakla uğraştı. Küçük çocuğun çalakalem çabasını takdir etmem ve karmakarışık renklerle dolu tuhaf resmini duvara asmam onu resim defteriyle, boya kutusuyla ve benimle barıştırmaya, dost yapmaya yetmişti.

Çocukluğumda benzer bir olay benim başımdan da geçmişti, çok iyi hatırlıyorum. Babamın ressam dostu Mustafa Bestenci’nin özel atölyesine gerçekleştirdiği ziyaretlere eşlik etmeye can atıyordum.

Babam ve ressam dostu karşılıklı oturur, bir yandan sohbet eder, bir yandan da kahvelerini yudumlarlardı. Benimde hisseme bir bardak meyve suyu düşerdi. Orada tuvaller, renkler ve kuş tüyü fırçaların büyülü dünyasında öylece kalakalır, zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdım. En güzeli de Mustafa Amca’nın beni gördüğünde yüzünde oluşan gülümsemeydi. Beni her defasında hayrete düşüren çocukla çocuk olabilme rahatlığı ve atölyesinde sağladığı özgür ortam. İşte ben bu sayede estetiğe, renklere ve resimlere âşık oldum.

Kendi kendime karar vermiştim, resim bölümünü bitirecek, aynen onunki gibi bir atölyeye sahip olacaktım. Atölyeme gelip beni ziyaret etmesini hayal ediyordum ancak ben daha büyümeden o çok uzaklara taşındı.

Yakın zamanda başımdan yine güzel bir hadise geçti. Eski öğrencilerimden biri beni İnstagram üzerinden takip ediyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kız öğrencimi pek çıkaramamıştım. Neticede büyümüş, şekli şemali değişmişti. Uzun seneler geçtiği için ismi de çok fazla çağrışım yapmıyordu. Ancak o bana bir gün şöyle bir mesaj attı. “Okuldaki tüm öğretmenlerin içinde kalbime en yakın bulduğum siz oldunuz.”

Doğrusu bunu beklemiyordum. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra öğrencimin beni hala hatırlıyor olması ve böyle sevgi dolu bir mesaj göndermesi beni sevincimden ağlatmıştı. Belki ona gülümsemiştim, belki ona sevecen bir şekilde takılmıştım, belki de onu arkadaşları içinde överek onore etmiştim.

Bir konferansta eğitimcinin birinden duymuştum. “Çocuklar sevmedikleri kimselerden asla bir şeyler öğrenemez” demişti. Bu kural, sadece öğretmenlere değil annelere, babalara, davetçilere ve din adamlarına da tatbik edilmelidir.

Gençlere, yeni nesle bir şeyler vermek istiyorsak öncelikle kalplerini bize açmalarına yardımcı olmalıyız. Bunu gerçekleştirmek için yapılacak şeyler belli. Öncelikle onların hoşuna gidecek kimseler olabilmeliyiz. Dış görünüşümüz, hal ve hareketlerimiz onları etkilemeli. Zarif ve özenli bir görünüme dikkat etmeli, bu konuda hiçbir bahaneye yer vermemeliyiz.

İkinci olarak, ne tür yanlış yaparlarsa yapsınlar, nasıl tavır takınırlarsa takınsınlar gençleri içten bir sevgiyle kucaklamalıyız. Hemencecik unutuyoruz, onların yaşındayken biz neler yapıyorduk acaba? Hele bir hatırlayalım bakalım. Onlara anlayış göstermeli, hemen dışlamamalı, sevginin yanı sıra saygı ve güven de duymalıyız.

Üçüncü olarak da, onlara bu ümmetin umudu olduklarını hissettirelim. Gençlerimiz, ülkemizin ve ümmetin geleceğidir. Daha ileri gideceksek bu onların sayesinde olacaktır.

Biz böyle olursak, böyle davranmaya başlarsak işte o zaman onlar da boş işlerden kafalarını sıyırır; sevdiğimiz ve güvendiğimiz, yarın için umut beslediğimiz gençler olma yolunda adım atmaya başlar.