Sanayi Devrimiyle birlikte gelişen yeni üretim anlayışı, yetişkinleri olduğu kadar çocukların da hayatını karartmıştı. Bu acımasız dönem, yetimhaneler ile fabrikalar arasında çocuk alışverişlerinin yapıldığı, kız erkek demeden tüm yetimlerin vahşice muamele gördüğü bir dönemdi. Çocuk istismarı konusunda Avrupa adeta bir yarış halindeydi, lakin bu konuda beş-altı yaşlarındaki çocukları 16 saat maden ocaklarında acımasızca çalıştıran Japonların eline kimse su dökemiyordu.
Çocuklar zincire vuruluyordu
Modern sanayiyle birlikte başlayan hızlı ve seri üretim, İngiltere başta olmak üzere birçok devletin başını döndürmüştü. Üretime bağlı olarak tüketim alışkanlıklarının da değişmesi, müteşebbisleri acımasız kılmıştı. Zira bu zalim anlayış her ne pahasına olursa olsun fabrikaların çalışmasını, üretimin aksamadan devam etmesini öngörüyordu. Bunun için sadece yetişkinleri yeterli görmeyen patronlar çocukların da çalıştırılmasını düşündüler. Çocukların sanayide kitle halinde istismar edildikleri ilk ülke İngiltere’ydi. İngilizler üretimde kullanmak üzere icat ettikleri makinaların işletilmesinde, yetişkinlerden ziyade küçük çocukların ellerini daha uygun buluyorlardı. Yetimhanelerden aldıkları çocukları fabrikalarda karın tokluğuna istihdam edenler için bir çocuğun ölümü, hiçbir anlam taşımamaktaydı. Öyle ki o yıllarda “çocuk yatağı soğumaz” tabiri halk arasında yaygın bir özdeyişti (mesainin 24 saat olduğu bazı fabrikalarda çocuklar aynı yataklarda yatırılıyor ve adeta yataklarının soğumasına fırsat verilmiyordu). Bu zavallı çocukların iş şartları yetişkinlerle aynıydı. Umumiyetle geceleri de çalıştırılan minik işçilerin ayaklarına bir yerlere kaçmamaları için zincirler de vuruluyordu.
En kötü çalışma şartları maden ocaklarındaydı. İngiliz Parlamentosuna gönderilen raporlardan, maden ocaklarında dört yaşındaki çocukların dahi çalıştırıldığını öğreniyoruz (1842). Almanya’da da durum hemen hemen aynı. Ren bölgesindeki sanayi havzasında işçi çocuklar, günde 14 saat mesai yapıyordu. Berlin’e gönderilen raporlardan Almanya’da fabrikalarda çalışan çocukların ancak %45’inin askerlik yapmaya elverişli olduğu anlaşılıyor. Geri kalanı hem fizyolojik hem de psikolojik anlamda hasta olmuşlardı. İtalya’daki işçi çocuklar ise Sicilya’da bulunan kükürt madenlerinde her an ölümle burun buruna bir şekilde istihdam edilmişlerdi. 1912 yılında maden ocaklarında çalışan işçilerin büyük kısmı henüz 15 yaşını geçmemiş çocuklardı. Üstelik kışla gibi binalara yerleştirilen bu çocuklara yapılan eziyetin gizli kalması için onların dış dünyayla temas etmelerine de müsaade edilmiyordu.
Tecavüz vakaları
Belçika’da fabrika sahiplerinin, çalıştırdıkları kız çocuklarına yönelik cinsel saldırıları, artık normal karşılanmaktaydı. Hatta bu ülkede “Maden ocakları çocuklar için birer ahlâksızlık mektebidir” sözü halk arasında çok yaygın olarak kullanılıyordu (ele geçen bir raporda Belçika’da bir iplik fabrikasında 10-14 yaş arasındaki on üç kız çocuğunun tek bir işveren tarafından kirletildiği, çalışma yaşamına atılmış bir çocuğun ise nadiren bekâretini koruyabildiği belirtilmişti). 19. yüzyılda Fransa’da yedi ve daha küçük yaşlardaki çocukların günde on saat çalıştıkları tüm ülkede bilinen bir husustu. İstedikleri üretim seviyesine ulaşamayan Fransız iş adamları, fabrikalarda çalışan çocuklara dayak atma ya da aç bırakma gibi cezalar vermekte hiçbir beis görmüyordu. Japonya’da ise çocuk istismarı Batı’ya nazaran daha vahim haldeydi. 1909 yılında Japonya’da 650 bin fabrika işçisinin 14 bini on sekiz yaşın, 45 bini ise on dört yaşın altındaydı.
Buna benzer bir tabloyu Amerika’da da görmek mümkün. New York ve Chicago’da bulunan tekstil fabrikalarında ciddi sayıda çocuk işçi çalışmakla beraber bunların bir kısmı henüz beş yaşını doldurmamış çocuklardı. Emek piyasası ve İngiliz Sanayi Devriminde çocuk iş gücü gibi konularda çalışmaları olan Oxford Üniversitesinden Prof. Jane Humpries’in yaptığı araştırma bizlere 1800’lerde 350 bini 7-10 yaşlarında olmak üzere, en az 1 milyon çocuğun fabrikalarda istihdam edildiğini gösteriyor. Ayrıca Sanayi Devriminin, ayrı ayrı yerlerde çalışmak zorunda kalan ana, baba ve çocukların bağlarını kopardığı, aile fertlerinin evlerinde -eğer bir evleri varsa tabi- birlikte ve devamlı yaşamalarını neredeyse imkânsız hale getirdiği de tartışmadan vareste.
Avrupa’da fabrikalarda köle misali çalıştırılan çocukların sağlığı için 19. asrın başlarından itibaren çalışmalar yapıldıysa da I.ve II. Dünya Savaşlarının yaşanması atılan adımların bir netice vermesine mani olmuştu. Dolaysıyla Batı Kapitalizmi sanıldığının aksine sadece dünyada ki garip ve yoksul milletleri değil kendi yurttaşlarının da helak olmasını gülen gözleriyle izlemişti. Bugün ise kan ve acı ile yükselen bu iğrenç düzeninin devamı için Avrupalıların gözünü başka masum çocuklara diktiğine şahit oluyoruz.