Modern toplumda ıssız camiler

Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanların toplumsallaşması bakımından ilk olarak mescid inşa etti. Hz. Peygamber’in mescidinde ‘Suffa’ denilen bir bölme ile ev olarak kullandığı hücreler de yapıldı. Şehir, mescidin etrafında gelişti, bu nedenle camiler “şehir yapıcı”dır.
Medine’de günümüzdeki kentlere benzer bulvarlar, alışveriş merkezleri bulunmamaktadır. Şehir, cami ve pazar etrafında gelişmiştir. Şehrin özellikle Medine sosyal yapısı bakımından gelişmesinde en önemli husus, cami ve pazar ilişkisinin mahkeme/hukuk/norm düzeni ile belirlenmesiydi. Bilindiği üzere Yesrib halkı (Medine’nin hicret öncesi adı) 120 yıl süren Buas Harbi nedeniyle “adalet kargaşa” yaşamış ve bu nedenle “el-Emin” olarak adı yayılmış olan Hz. Peygamber’e (s.a.v.) “hâkem”lik vermişti.
Bu çerçevede Hz. Peygamber’in evini (eşlerine ait hücreleri) de bağrında tutan Mescid-i Nebevî, siyasal-diplomatik merkez, mahkeme, şûra kurumu olarak kurumlaşmıştır. Ashab-ı Suffa, gece-gündüz mescidde kalmakta, sahabe mescid çevresinde sürekli nöbet tutmaktaydı.
Mescid-i Nebevî, Hz. Peygamber’in beytini, ordugâhını, suffa ahalisini (akademisini), mahkemesini barındıran, Medine toplumunun tamamının her tür derdi için yöneldiği merkezdi.

ULU CAMİ-MAHALLE CAMİİ AYRIMI

Osmanlı toplumunda cuma namazı kılınan camilerin (selatin camii) işlevleri mahalle içi camilerden farklılaştırılmış ve Medine’deki cami-pazar-mesken-külliye modeli ayrıntılandırılmıştır.
Osmanlı’da artık Ulu Cami, hamam, medrese, mektep, imaret, türbe, kütüphane, aşevi, darüşşifa, kervansaray, bedesten, zaviye, mahkeme binalarından oluşan yapılar topluluğuydu.
İslâm şehrinin “Cuma kılınır, pazar kurulur” şeklinde ifade edilen tanımının merkezinde bu Ulu Cami formu vardı. Âşıkpaşazâde’ye göre Osman Bey, Karacahisar’ı fethettiğinde kadı atadı. Kadı, cuma namazını kıldırdı ve pazarı düzenledi. Hz. Peygamber’in de Medine’de cuma kıldırıp pazarı düzenlediğini görmüştük.
Mahalle camileri ise 40-160 haneden oluşan mahallenin toplantı sahasıydı. Mahalleye imam olarak atanan memurun asıl görevi namaz kıldırmak değildi. Muhtar, nüfus memuru, askere alma idaresi başkanı, muallim olarak istihdam edilen imamlar, Tanzimat devrine kadar devleti temsil etmekteydi (Kemal Beydilli, Osmanlı’da İmamlar, Yitik Hazine Yayınları, s.16, 2013).
Erkekler gündüz saatlerinde işyerlerine gittiklerinden mahalle camileri kadınların sosyalleşme alanıdır. Sübyan okulları da mahalle içindeydi; hocaları muhtar-imamlardı. Erkekler akşam ve yatsı namazını mahalle mescidinde kılmak zorundaydı.
Mahalle camilerinin cemaati belirli sayıda idi, mimari olarak küçük yapılardı ve minareleri de kısa tutulmuştu. Mahalleler camileriyle ağaçlar altında kalmaktaydı. Ulu camiler ise şehrin nişanesi olup, İslâm’ın şiarı olarak belirir, kubbeleri ve minareleriyle çok uzak mesafelerden görülebilirdi.

ESNAF CAMİİ

Mahalleye bekâr kişilerin alınmadığı, onların bekâr odalarında kaldığı vurgulanmaktadır. Alev Erkilet’in kitabında Osmanlı’da bekârların mahalle-dışı sayıldığı, “ev açma”larına müsaade edilmediği ifade edilmektedir (Alev Erkilet, Kenti Dinlemek, Büyüyenay Yayınları, s. 82, 2017).
Bekâr kişiler ticarethâne ve imalathâne mıntıkasındaki bekâr odalarında kalmak zorundaydı. Bu evlerde banyo yapacak ve yemek pişirecek mekân düzenlemesi bulunmamaktaydı. Böylece bekârlığın sürdürülebilir olmaması güdülmekteydi. Esnaf mescidleri, mahalle mescidlerine göre işlev farklılaşması yüklenmişti: Esnaflar arasındaki ihtilafların çözüme kavuşturulması ve usta-çırak-kalfaların meslek ahlâkına (fütüvvet ve ahilik ilkelerine) göre terbiye edilmesi esnaf camilerinin çevresinde kurumlaşmış vakıf, tekkelerin görevindeydi.

GÜNÜMÜZDE CAMİ

DİB istatistiklerine göre, Türkiye’de 90 bin cami bulunmaktadır. Camiler tarihî açıdan şehri inşa etmekteyken, günümüzde ulu cami-mahalle camii ayrıştırması yapılmadığı için şehir inşa edilemez olmuştur. Ulu camiler geçmişte anıt eser tasavvuruyla yapılmakta; mahalle camileri ise mütevazı masraflarla bina edilmekteydi. Günümüzde ulu cami-mahalle camii arasındaki iktisadî ayrışma fikri de yitirilmiş.
Modern toplumda gündüz tamamen boşalan mahallelere büyük camiler yapılarak maddi kaynaklar israf edilmekte. Bunun yerine mahalle camilerine fakire yardım, sosyal dayanışma, kardeşleşme mekânı işlevi verilmeli. İhtiyaç varsa aşevleri açılmalı. Issız camiler cuma namazı dışında cemaat toplayamamakta, cemaatten sürekli para talep edilmekte, insana değil bina ve arsaya yatırım yapılmakta.
Geçmişte camileri vakıflar inşa etmekte, camiye akar sağlayacak dükkânlar küçük esnafa cüzî bedellerle kiralanmakta, meskenler camileri merkeze alacak şekilde inşa edilmekteydi. Günümüzde önce AVM ve yüksek katlı binalar yapılmakta ve sonra mescitlere tüketim toplumunun ihtiyaçları kapsamında ve otopark-bodrum katlarında “lütfen” yer gösterilmekte.
Günümüzde cami-mesken ilişkisinin yitirilmesine paralel olarak bazı kadınlar Ulu Cami içinde de “mekânın eşit paylaşımı” mücadelesine kalkışmış durumda. Bir örnek olarak kadın vaizelerin erkeklere “vaaz” verdiği görülüyor.
Diğer bir örnek, “camilerde kadın erkek eşitliği” adı altında yürütülen aktivizm. “Camilerdeki kadın yerlerinin küçük ve eşitsiz olmasını” “mesele” edinen bu aktivizm, kadın ve erkeğin aynı mahfilde namaz kılmasını talep etmeye başladı. Kadınların camilerde eşitsizliği bahane ederek yürüttüğü bu faaliyet, dinin kadim fıkhında “düzeltme-ıslah: reform” algısı oluşturmakta.
Hz. Peygamber’in eşlerinin Ulu Cami’de değil camiye bağlı beytlerde ve “yöneticinin eşi” sıfatıyla İslâmî faaliyette bulunduğu, Osmanlı toplum düzeninde kadınların mahalleye mescidiyle birlikte hâkim olduğu, Bacıyân-ı Rûm hareketinin iktisadî-sosyal düzende kendine “ev-beyt” temelinde alan açtığı hatırlanmalıdır.
Yürüyerek camiye gelen yaşlı erkeklerin sandalyede namaz kılması; kumar-haram gelirle cami yapılması, camilerin seçim çalışmalarında kullanılması modernitenin fıkıha müdahalesi kapsamında sayılmalıdır.
Camiler Allah’ın evidir. Sebilleriyle, hamamlarıyla, aşevleriyle gariplerin, muhtaçların, acizlerin sığındığı yer olmalıdır!