Milli Mücadele yılları, Anadolu’nun zalimlere karşı gösterdiği dik duruşa tüm dünyanın şahitlik ettiği yıllardı. Memleketimiz bir taraftan şer oyunlarıyla mücadele ediyor, diğer taraftan da düşmanla boğuşuyordu. Milletimizin bu zor zamanlardan kurtulmasında mücahit hanımların büyük emeği vardı. Elinde silahı, belinde mermileri, ayağında çizmeleriyle vatan uğruna ölmeye hazır bir yiğit olan Fatma Seher Hanım (namı diğer Kara Fatma) ile henüz 8 yaşında babasıyla cepheden cepheye koşan Nezahat Onbaşı’nın hikâyeleri, insanımızın ferasetini göstermesi bakımından ibret verici. Her ne kadar bu hikâyelerin sonu güzel bitmese de…
İstiklal madalyam bana yeter
Fatma Seher Hanım aslen Erzurumluydu. Gençliği, baba ocağında değil, cephelerde geçmiş bir kadındı. Balkan Savaşlarında Edirne’de bulunmuş, Kafkas cephesinde yanındaki bir avuç kadınla düşmana karşı gelmiş, Sarıkamış’ta ise eşi Derviş Bey’i kaybetmişti.
Milli mücadele yıllarında yüz elli kişilik bir çetenin başında, işgalcilere karşı amansız bir mücadele veren Kara Fatma, Mustafa Kemal Paşa’nın da takdirini kazanmış, verdiği vazifeleri eksiksiz yerine getirmişti. Bursa, İzmit, İznik, Alaşehir, Sivrihisar’da düşmanla göğüs göğse çarpışmış, üsteğmenlik rütbesine kadar yükselmişti. Bu mücadeleler sırasında birkaç kez ciddi şekilde yaralanmış, Afyon’daki çarpışmalar sırasında da Yunanlılara esir düşmüştü. 19 gün hiç durmaksızın işkence gördüğünü, düşman askerlerinin eğlenceye daldıkları bir anda kapatıldığı yerden kaçmayı başardığını verdiği bir röportajda kendisi anlatıyor.
Bu kahraman kadın, cepheden cepheye henüz on üç yaşındaki kızıyla birlikte koşmuştu. O da bu yaşta annesi ile beraber harbe katılıyor, çarpışmalar sırasında bir şarapnel parçasının eline isabet etmesi suretiyle iki parmağını kaybediyordu. Milli mücadelenin sonunda üsteğmenlik maaşını, Kızılay ‘a bağışlayan Kara Fatma, maaşını almasını ısrar eden devlet erkânına “Bu benim yapmam gereken son vatani vazifemdi. İstiklal Madalyam yeter bana” diyecek kadar da gönlü zengin bir kadındı.
‘Açlığımı belli etmemek için geceleri odama kapanırım’
Bu unutulmaz kadın kahramanın hayatı milli mücadeleden sonra ne acıdır ki bir felaket içinde geçti. Yedigün dergisinin 9 Ağustos 1933 yılı nüshasında gazeteci Mekki Said Bey’in kendisiyle yaptığı röportaj yürek parçalıyor:
“Hayatı vatan uğruna savaşmakla geçmiş Kara Fatma; açlık ve sefalet içinde Galata’daki bir Rus Manastırında, karanlık bir odada aklını yitirmiş kızı ve sokaklarda dilenen torunları ile birlikte kalıyordu. “Açlığımı belli etmemek için geceleri odama kapanır ağlarım” diyen Kara Fatma’nın odasında sadece serili iki çuval ve üzerinde yattıkları tahtalar var. Röportajında “Ne olursa olsun halimi belli etmemeye çalışıyorum. Soranlara eşyalarımızın başka bir yerde olduğunu, torunlarımı da sağlam yetişsinler diye tahta üzerinde yatırıyorum” diyor ve utancından ağlıyor. 55 yaşında olan bu kahraman kadın, kızı ve torunlarına bakabilmek için “Ne iş olursa yaparım ama bu yaşta bana kimse iş vermiyor, ben de kızım ve torunlarım aç kalmasınlar diye kimseye belli etmeden akşamları yardım toplamaya çıkıyorum” derken çaresizliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Kara Fatma, “Çalıştığım müddetçe amirlerimin takdirlerini kazandım. Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan tek şey bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim” diyerek madalyasını Said Bey’e gösteriyor.”
Onun bu içler acısı halini devletimiz ancak 1954 yılında fark etti. Torunları yatılı okula yerleştirildi. Kendisine de aylık bağlandı. Hayatı boyunca rahat yüzü görmemiş, açlık ve sefaleti iliklerine kadar yaşamış Fatma Seher Hanım, 2 Temmuz 1955 yılında Darülaceze’de hakkın rahmetine kavuştu. Kasımpaşa Kulaksız mahallesindeki kimsesizler mezarlığına defnedilen Kara Fatma’nın kabri, ne yazık ki yapılan yol inşaatı nedeniyle bugün ortadan kayboldu. (Yıllar sonra Kızılay Kara Fatma için Kasımpaşa’da bir anıt mezar yaptırdı)
Milli Mücadele’nin en küçük kahramanı
Kurtuluş Savaşı’nda hem taarruz hem de savunma gücü ile düşman kuvvetlerini yıldırmış olan 70. Alayın kumandanı Hafız Halit Bey, eşini genç yaşta veremden kaybetmiş, 8 yaşındaki kızı Nezahet’i tek başına büyütmüştü. I. Dünya Savaşı’ndan sonra alayı ile birlikte Milli Mücadele saflarına katılan Halit Bey kızını kimseye emanet edemeyince gittiği her cepheye onu da götürmek zorunda kalmıştı. Alayda askerlerin içerisinde büyüyen Nezahet, küçük yaşlarında ata binmeyi, silah kullanmayı öğrenmiş hatta zaman zaman acemi askerlerin eğitimlerine bile iştirak etmişti. Bu minik kahraman babasından aldığı terbiye ve içinde daha çocukken büyüyen vatan sevgisi ile muhtelif cephelerde, özellikle de Gediz, İnönü ve Sakarya Muharebelerinde bizzat çarpışmalarda bulunmuş, onbaşı rütbesi almış, ordumuzun önünde adeta bir sancak misali dalgalanmıştı. 70. Alayın adı ona ithafen “Kızlı Alay” olarak hafızalara kazınmıştı.
Madalyasını göremedi
Birinci Meclis, bu küçük kahramanın isminin unutulmaması adına bir şeyler yapmak istiyordu. Bunun için Bursa Mebusu Emin Bey 1921 yılında meclise, Nezahet Hanıma Kurtuluş Savaşında gösterdiği üstün cesaret için İstiklal Madalyası verilmesini içeren bir önerge sundu. Ayrıca kürsüye gelerek Nezahet Hanımın hayatından kısaca bahsettikten sonra kendisine İstiklal Madalyası vermeleri halinde büyük bir kadirşinaslık göstermiş olacaklarını ifade etti. Bu konuşmadan sonra İzmit Mebusu Hamdi Namık Bey söz alarak 12 yaşında bir çocuğa madalya vermenin doğru olmayacağını onun yerine büyüdüğü zaman çeyizini hazırlayabileceklerini belirtti. Ardından Tunalı Hilmi Bey söz alarak kürsüde Nezahet Hanıma sadece madalya değil Mîrmîran (mülki amir) rütbesinin de verilmesini teklif etti.
Ancak Milli Mücadele yıllarının bitip yeni devletin temellerinin atıldığı, mecliste ateşli tartışmaların yaşandığı günlerde, Nezahet Onbaşı’ya verilmesi düşünülen İstiklal Madalyası da, evlendiğinde çeyiz hazırlanması mevzusu da tamamen unutulup gitti. Nezahet Hanım da Kurtuluş Savaşı’nın bir diğer kahramanı Kara Fatma gibi hiçbir talepte bulunmadan bir köşede mahzun ama vatanına borcunu ödemenin rahatlığı ile hayatını sürdürdü.1994 yılında hakkın rahmetine kavuşan Nezahet Onbaşı’nın geciken madalyası ancak 2013 yılında, torunu Gizem Ünaldı’ya düzenlenen bir törenle takdim edildi.