Millet, vatan bayrak ezan için meydanlardaydı

Geçen hafta 15 Temmuz şehidlerimizi, İstanbul başta olmak üzere, bütün vatan sathında, coşkuyla andık. 15 Temmuz, ABD uşağı hain FETÖ örgütünün ordu içine sızdırdığı askerlerin tank, top, uçak helikopterler marifetiyle stratejik mevkileri ele geçirerek milletin evladı Erdoğan’ı Marmaris’te öldürüp hükümetini devirmek suretiyle idareyi ele geçirmeyi planladığı darbe teşebbüsüydü.

Geçen hafta 15 Temmuz şehidlerimizi, İstanbul başta olmak üzere, bütün vatan sathında, coşkuyla andık.
15 Temmuz, ABD uşağı hain FETÖ örgütünün ordu içine sızdırdığı askerlerin tank, top, uçak helikopterler marifetiyle stratejik mevkileri ele geçirerek milletin evladı Erdoğan’ı Marmaris’te öldürüp hükümetini devirmek suretiyle idareyi ele geçirmeyi planladığı darbe teşebbüsüydü.
Çıplak elleriyle işgali bertaraf eden halkımız…
Tankların önüne bayrağıyla yatan insanımız…
Kurşunlara aldırmayan, bayrağa sarılmış teyzemiz…
Bomba yağdıran uçaklara karşı ‘Allah-ü Ekber’ diye tekbir getirerek karşı çıkan beyaz sakallı dedemiz…
Allah-ü Ekber! Allah-ü Ekber!
Ya Allah, Bismillah, Allah-ü Ekber!
Sesleriyle ve minarelerden okunan salalarla…
ABD uşağı FETÖCÜ hainlere karşı…
Türkiye’nin tüm şehirlerinin meydanlarına akın eden…
Tüm halkımız…
Demokrasiye sahip çıkmak için değil,
Vatanına, bayrağına ve ezanına sahip çıkmak için meydanlardaydı…
Sol görüşlü bir vatandaşımızın kaleminden, 15 Temmuz direnişimiz:
“Kimsenin yüzünde maskeler, elinde taşlar, sopalar, sapanlar, molotoflar yoktu. Sadece Türk bayrakları vardı. Kimse ne cam çerçeve indiriyor, ne bankamatiklere, mağazalara saldırıyor, araçları ters çevirip yakıyor, ne de duvarlara küfürlü sloganlar yazıyordu.
On binler sadece “Allahu Ekber” nidalarıyla ve liderlerinin ismini haykırarak, büyük bir inanç ve kararlılıkla, darbeye karşı yürüyordu.
Başörtülü teyzeler, cübbeli sarıklı dedeler, mahallelerden bildiğimiz sıradan abiler, ablalar, genç kızlar, delikanlılar; bakkal, manav, kasap, dar gelirli işçi…
Kısaca yıllardır makarna-kömür edebiyatıyla aşağılanan AK Parti tabanıydı sokaktaki kalabalık. Bozkurt işareti yapan epeyce Ülkücü genç de vardı ama kahir çoğunluk Rabia işareti yapan, Erdoğan diye feryat eden bu tabandı. (Bu arada hayatımda ilk defa Ülkücülerle ortak bir eyleme katılmış oldum).
Gezi ayaklanmasında gördüğümüz profili ise tanklar sokağa inip halka ateş açarken ortada göremedik. Güya özgürlük için “otoriterleşmeye karşı” sokakları yakıp yıkan kitlenin, otoriterliğin şahı tepemizde savaş jetleri uçururken sesi çıkmıyordu.
Cumhurbaşkanı kaldığı otelde bordo berelilerce öldürülmek istendi; kamu binalarına, belediyelere, sivil halka helikopterlerden ateş açıldı.
Tanklar insanları ezdi, sivillere top atışı yaptı, darbeci askerler halkı taradı. Meclis bombalandı, meclis! Ama başkanlık sistemine karşı, parlamenter sistemi savunanlar buna bile ses etmedi. Oysa işgal yıllarında düşman orduları bile bunu yapmamıştı.
Sinema salonu kapanıyor diye ortalığı ayağa kaldıran sanatçılar, bir tweet bile atmadı darbeye karşı. Kurşunlanan halka, otel kapılarını açan olmadı
Ücretsiz wi-fi şifreleri, ihtiyaç listeleri sosyal medyadan yayınlanmadı, “Yeryüzü Sofraları” kurulmadı. BBC, CNN International filan gelip darbeye direnen halkı öven tek bir yayın yapmadı. Gezi’deki gibi 7-8 değil, birkaç saat içinde 161 kişi katledildi, 1.500 kişi yaralandıfakat bir baş sağlığı bile dilenmedi.
Oysa tarihimizdeki en kanlı darbe girişimiydi bu. 12 Eylül’ün vahşetinde bile bu kadarı yapılmamıştı. Daha ironik olansa bu kadar kan döken bir cuntanın kendisine Yurtta Sulh Konseyi adını vermesiydi.
Kimse kusura bakmasın, darbeye karşı “Türkiye tek yürek” falan olmadı. Kuaförlü saçlarıyla “Cumhuriyet kadınları”, tiyatrocular, mankenler, afili isimler uydurup birleşen sol gruplar, yılların güya insan hakları aktivistleri filan yoktu sokakta.
Aksine evlerinde oturup Erdoğan’ın mizanseni bir tiyatro olduğunu yayıyorlardı sosyal medyadan. Hatta (inanılır gibi değil ama) ömrünü “TC ordusu darbecidir, Kürdistan’da işgalcidir” söylemiyle geçiren insan hakları aktivisti Eren Keskin, “Mağdur olan” darbeci askerleri İHD’ye başvurmaya davet ediyordu.
Sol örgütler, darbeye karşı sokağa çağrı yapmadı. Kılıçdaroğlu meclisteki olağanüstü toplantıda karşı çıktı ama darbenin püskürtülmesini (ne alakaysa) parlamenter demokrasinin zaferi ilan etti.
CHP, tabanını darbeye kitlesel bir karşı koyuşa çağırmadı. Demirtaş ve Yüksekdağ meclise bile gitmedi. Yerlerine konuşan İdris Baluken, yine yalan söyleyerek darbe girişimini “Hükümetin 7 Haziran sonrası Kürtlere karşı başlattığı savaşa” bağladı.
En ufak olayda Kürtleri sokağa dökülmeye çağıran HDP, aynı Kürtlere “darbeye direnin” bile demedi.
Şimdi hepsi bir olmuş yok Erdoğan’ın mizanseni, yok tiyatro diyerek; çıplak elleriyle tankları durduran halkın direnişini itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Hasan Cemal gibiler de “Askeri darbe durduruldu, ama şimdi Erdoğan darbesi geliyor” yazıları döşenmeye başladı bile.
Apaçık darbeye direnmedikleri gibi arsızca, yüzsüzce homurdanıp mızıldanmaktan başka bir işe yaramadılar. Türkiye’nin siyasi tarihinde, hepsi birer utanç vesikası olacaklar.
Oysa beğenmedikleri makarnacılar daha ilk anda, 81 vilayette yüzbinlerle, sabahlara kadar sokaklara dökülüp onların da, demokrasinin de geleceğini kurtardı.
15 Temmuz Devrimi’nde darbeye karşı yürüyen bu yüzbinlerin arasında bir damla olmaktan onur duyuyorum.
Ve darbeyi ilk duyduğunda “Bizim askerlerimiz mi yapmış baba?” diye ağlayan oğluma, makarna devrimcileriyle o gece kazandığımız zaferi ömrüm boyunca anlatacağım.