Mehmet Şevket Eygi’nin Milli Gazete’de yazma hikâyesi…

İyi bir Mü’min, büyük bir estetik insanı, tam bir İstanbul beyefendisi idi. Bunu benim söylememe hacet yok, “gazeteciyazar” hariç hiçbir sıfatı olmamasına rağmen, hiçbir özel organizasyon olmadan onu uğurlamaya gelen cenazesindeki büyük kalabalık, tabutunu sırtlayan Cumhurbaşkanı omzu hakkıyla yaşanmış bir ömrün nihai noktasını gösterdi zaten. Biz iyi bir kul ve iyi bir insan olduğuna şahidiz Ya Rab!

Yıl 1989 yılının sonbaharı.

Bendeniz Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu 4. sınıf öğrencisiyim ve aynı zamanda da Milli Gazete’de muhabir olarak çalışmaktayım.

Bir gün sınıf arkadaşım Servet Solmaz, saygıdeğer bir büyüğe yapacağı ziyarete benim de katılmamı istedi.

İlk kez Mehmet Şevket Eygi adını böyle duydum.

Beraberce Sultanahmet’e gittik.Tarihî müze havasındaki bir eve girdik.

Mülayim mi mülayim, nazik mi nazik, pamuk gibi bir adam karşıladı bizi. Basın Yayın öğrencisi olduğumuz için, gazetecilik mesleğinden gelen bir şahsiyet olarak bizimle özel ilgilendiğini daha sonraları fark edecektim.

Biraz sohbet ettikten sonra bizi hemen evinin yakınlarındaki bir pideciye götürüp Konya etli ekmeği ısmarladı.

O konuştu, biz sorduk, o sordu biz konuştuk…
Yaklaşık iki yıllık süren bir öğretmen-öğrenci ilişkimiz böylece başlamış oldu.

Haftada en az bir gün evine uğruyor, sohbet ediyor, haber yapacak bilgi ve materyallerle yanından ayrılıyordum.

Verdiği bilgiler ışığında pek çok haber yaptım ve bunlar Milli Gazete’de neşredildi.

Yılın sonuna doğru -kesin tarihleri hatırlayamıyorum- bir gün kendisine “abi, sizinle güncel konular üzerine röportaj yapmak istiyorum, en dersiniz?” diye sorduğumda o meşhur gülümsemesiyle bana baktı ve “Milli Gazete benim röportajı yayınlamaz” dedi.

Tıfıl bir öğrenci ve muhabir olarak neden böyle konuştuğunu elbette anlamadım.

Ben ısrar edince; “Şöyle yapalım, sen gazetene söyle, izin alırsan röportajı seve seve yaparız, boşuna yorulmamış olursun…”

Gazeteye gelir gelmez Milli Gazete’nin efsane yazı işleri müdürü, bizim her daim abimiz, ömrü uzun olası Ekrem Kızıltaş’a konuyu açtım.

O da gülümseyerek ve manidarca baktı bana ama birkaç gün beklememi söyledi.

Ben tabi yine bu olan biteni anladığımı söyleyemem.

Tanıdığım Mehmet Şevket Eygi’nin çalıştığım gazete ile dünyaya bakışı neredeyse aynıydı.

Tabii sonraları hem rahmetli Şevket Eygi’nin, hem de Ekrem Abi’nin neden gülümsediklerini öğrenecektim.

1970’li yılların çok etkili bir gazete sahibi ve gazetecisi olarak Mehmet Şevket Eygi rahmetli Necmettin Erbakan’a çok ciddi eleştiri yazıları yazmıştı ve araları limoniydi.

Tabiri caiz ise “veto” yemişti rahmetli Eygi.

Bu veto neredeyse 15 yıllıktı ve epeyce sertti.

Bilseydim muhtemelen hiç teklifte dahi bulunmazdım.

Cehaletim aslında burada epey işe yaradı.

Aradan geçen birkaç gün içinde Ekrem abi bana röportajı yapabileceğim bilgisini verdi.

Biz de rahmetliyle o günün konjonktürüne uygun, güncel meseleler üstüne bir mülakat gerçekleştirdik.

Röportaj Milli Gazete’de tam sayfa yayınlanınca büyük bir ilgi uyandırdı.

Genellikle gazeteyi eksik gördüğünde ya da haşlamak istediğinde arayan okurdan muazzam bir geri dönüş oldu, gazetenin santrali bir hafta boyunca tebrik telefonlarından hiç susmadı.

Mesleğinin başında bir gazeteci olarak röportajın ses getirmesinden büyük bir mutluluk duydum ama okurun Mehmet Şevket Eygi’ye niye bu kadar yoğun ilgi gösterdiğini o an hâlâ anlayamıyordum.
Yakın geçmişte büyük hizmetleri olduğunu, yurt dışına kaçmak durumunda kaldığını, mesleği, eğitimi ve tüm tecrübelerini yoğun olarak bu röportajdan sonra öğrenecek ve dağılan limoni havanın ne olduğunu ve nasıl bir atmosfere katkıda bulunduğumu idrak edecektim.

Okuyucudan ilginin yüksek seviyede devam ettiği bir esnada Ekrem abi beni yanına çağırdı ve Mehmet Şevket Eygi’nin gazetede yazmayı isteyip istemeyeceğini sordu.

Elime gazete nüshalarını da alarak ziyaretine gittim ve kendisine bu durumu aktardım.

Ziyadesiyle mutlu oldu, memnuniyetle yazacağını ama bazı şartlarının olduğunu söyledi.

Şart dediğine bakmayın, tüm matbuat âlemi bilir ki iki temel şartı vardır; “Yazı karşılığı asla para almamak ve yazılarına karışılmaması…”

Uzatmayayım, ben aradaki elçilik vazifemi yapıp konuyu gazeteye intikal ettirdim.

Sonrasında görüşmeler yapıldı, rahmetli Erbakan Hoca ile bir araya geldiler, aradaki buzlar eridi.

Mehmet Şevket Eygi’nin hayatının son otuz yılına damga vuran Milli Gazete yazarlık serüveni böylece 1990 yılında başlamış oldu.

Zaman gazetesindeki kısa genel yayın yönetmenliği dönemi sonrası, FETÖ’nün gazeteyi ele geçirmesinden sonraki inziva dönemine denk gelmişti bizim iletişime geçme zamanımız.

Bizim hoca-talebe ilişkimiz rahmetli Eygi’nin Milli Gazete yazarlığı ile taçlanmıştı.

Yeni nesillerin onu tanımasına yol açan, ülke gündemine zaman zaman ciddi katkılar yapan Milli Gazete serüveninin başlangıç hikâyesi böyle.

Fakir, umar ki, o yıllar boyu yazdığı birbirinden güzel, farklı ve emek isteyen yazılarından hâsıl olan bir iyilik varsa hanesine birazcık kırıntılar düşsün…

İyi bir Mü’min, büyük bir estetik insanı, tam bir İstanbul beyefendisi idi.

Bunu benim söylememe hacet yok, “gazeteci-yazar” hariç hiçbir sıfatı olmamasına rağmen, hiçbir özel organizasyon olmadan onu uğurlamaya gelen cenazesindeki büyük kalabalık, tabutunu sırtlayan Cumhurbaşkanı omzu hakkıyla yaşanmış bir ömrün nihai noktasını gösterdi zaten.

Biz iyi bir kul ve iyi bir insan olduğuna şahidiz Ya Rab!