Hayatını edebiyat araştırmalarına adamış insanların ellerinin titrediği, alınlarının terlediği bazı anlar vardır. Bunlar nadiren yaşanan anlardır ve ancak baht sahiplerinin başına gelir. Artık aramızda olmayan kültür adamlarına, yazarlara, şairlere dair henüz gün yüzüne çıkmamış yeni bir belgenin keşfedilme anından bahsediyorum. Geniş okuyucu kitlelerini çok ilgilendirmese de kültür adamları bu tür yeni belgeler ortaya çıkarıldığında hemen görmek isterler. Okurlardan birine gönderilmiş bir mektup, bir hatıratın sayfaları arasına kondurulmuş öylesine bir cümle bile kültürün kıymet verdiği vesikalardır. Aslında eski zaman, yeni buluşlarla boşlukları doldurulan bir eksik zamandır da. Yeni ortaya çıkarılan belgeler içerisinde herhalde en çok heyecan uyandıranı da bir şairin ya da yazarın hiç bilinmeyen bir eserinin keşfedilmesidir. Yakınlarda yayınlanan Tanpınar’ın “Suat’ın Mektubu” böyle bir keşifti mesela. Ahmet Hamdi okurları sanki yazar yaşıyormuş da onlara yeni bir eser sunmuş gibi, haberi duyar duymaz hemen heyecana kapıldılar. Nihayet kitap olarak basıldı ve okurla buluştu. Eksik kısımları ve yarım hali bile edebiyatın cilvelerinden biriydi…
Geçtiğimiz Mart ayında edebiyat dünyasını hareketlendiren bir başka belge de Nazım Hikmet ile ilgiliydi. Şairin Stalin için yazdığı bir şiir Rus arşivlerinde bulunmuş ve ilk kez Türkçeye çevrilmişti. Bu haber de ciddi bir yankı uyandırdı. Sözlükler, internet siteleri, bazı gazeteler ve televizyon kanalları Nazım’ın arşivlerden çıkarılıp Türkçeye çevrilen şiirinden hemen okuyucularını haberdar ettiler. Bu ayın başında da Dergâh dergisinde Mehmet Akif’in daha önce bilinmeyen ve hiçbir yerde yayınlanmamış güzel bir şiir yayınlandı; uzunca bir münacatın m’ak, yani giriş kısmı olan şiir, bazı anlaşılmayan kelimelerine rağmen her okuyanı etkileyecek bir atmosfere sahipti. Şair, Baytar Mektebi’ni bitirdikten hemen sonra atların ıslahı için Adana’da vazifelendirilmiş, münacatı oradan kırk senelik hocası olan ve babası vefat ettikten sonra da kendisine kol kanat geren Arap Hoca’ya göndermişti. Şöyle diyor Arap Hoca: “Babası vefat edince Çifte Baş Kurşunlu’daki odaya kapandı, geceyi gündüze kattı, çalıştı ve mektebi bitirdi. Baytar’dan birinci çıktı diye onu at cinsini [Adana’ya] ıslaha göndermişlerdi. Bir müddet orada kaldı, sonra geldi. Adana’dan hatıra olarak gönderdiği ‘Mahşer’ adlı bir münacatı, bir de ‘ma’k’ı vardır, hâlâ saklarım. ‘Mahşer’i görseniz, vukuundan evvel tahakkuk etmiş sanırsınız, bütün safahat göz önünde. Hakikaten Safahât şairi doğrusu…”
Mehmet Akif’in, Mustafa Koç tarafından Revnakoğlu arşivinden bulunup gün yüzüne çıkarılan “Allah” başlıklı şiiri, kültür çevrelerinde pek bir yankı uyandırmadı. Bir-iki mecra hariç şiir hakkında haber de yapılmadı. Oysa Akif, son on beş yılda Türkiye’de adı en çok anılan şairlerden biri oldu. Seçim meydanlarında, salon toplantılarında, belediyelerin ve resmi kurumların kültürel faaliyetlerinde hep el üstünde tutuldu. Her şeyden önce o bizim istiklal şairimizdi; İslamcılığın Osmanlı’daki en kuvvetli ismiydi; hem Birinci Cihan Harbi yıllarında hem de Milli Mücadele’de cepheden cepheye koşmuş, istikbalimiz için yapabileceği ne varsa yapmıştı; aslen Arnavut olduğu halde, ümmetin kader bekçiliğini yapan Türklüğün bir neferi saymıştı kendini; şiiri de hakikatin sözcülüğünden ibaretti. Bu ve benzer sebeplerle şair, onunla aynı dünya görüşünü paylaşan her türden aktörün ilgi alanına giriyordu. Ve yine bu ve benzer sebeplerle yeni bir Mehmet Akif şiirinin büyük bir heyecanla karşılanması, haber yapılması, sosyal medyada üzerinde bir şeyler söylenmesi gerekiyordu. Bir başka deyişle, Nazım Hikmet’in Stalin için kaleme aldığı şiir kadar Mehmet Akif’in “Allah” başlıklı şiiri de konuşulmayı hak ediyordu. Ama öyle olmadı. Çok az insan ilgilendi Akif’in münacatıyla!
Bir topluluğun kültürle ilişkisinin araçsal mı yoksa canlı bir ilişki mi olup olmadığı önemlidir. Hem Mehmet Akif’in yeni ortaya çıkarılmış güzel bir şiiriyle ilgilenmiyor hem de sürekli Mehmet Akif’in büyük dava adamlığından bahsediyorsanız, aslında bir “slogan medeniyeti”nden daha fazlasını vaat etmiyorsunuz demektir. Sahipsiz naaşı gençler tarafından kaldırılan şairin bu şiiri, bu gün sürekli edebiyatla-kültürle ilişkili görünen gençleri de biraz heyecanlandırmalı değil miydi? Genellemeler elbette tehlikelidir ama bu şiirin yankısız kalmasında, gençlerin kültürü ve edebiyatı günlük bir söz mesiresi gibi algılayıp yaşamalarının da bir payı var. Önce ve hevesle onlar sahip çıkmalıydılar bu taptaze Akif şiirine. Maalesef öyle olmadı!
Not: Şiir hakkında tek ciddi haberi Yeni Şafak gazetesin kültür editörü Ayşe Olgun yaptırdı ve Seray Şahinler imzasıyla yayınlandı.