Meclis’te İstiklal Madalyası tartışması

İlk Büyük Millet Meclisi’nin açılışından kısa bir süre sonra milli mücadelemizin kahramanları için bir İstiklal Madalyası ihdas edilip edilmeyeceğine dair hararetli tartışmalar yaşandı. Mustafa Kemal Paşa’nın da tensibiyle Saruhan Mebusu Mustafa Necati Bey, milli hükümetin bir nişanesi olarak bu mevzuyu bir teklif halinde meclise taşıdı. Teklifi inceleyen Milli Müdafaa Encümeni “Memleketimizin duçar olduğu müşkül mevkiden kurtarılmasını ve müdafaasını üstüne alan Büyük Millet Meclisi azasıyla, cephelerde ve cephe gerilerinde fedakârlıklarla çalışan kimselere, bu cansiperane hizmetlerinin meşkûr bir hatırası olmak üzere İstiklal Madalyası namıyla bir madalya tesisi, emsalini teşvike yarayacağı gibi mühim bir tarihi yadigâr olarak bir fahir ve ibtihac örneği teşkil edecektir.” şeklinde görüş bildirerek teklifi meclis genel kurula sundu.

Karşı çıkan mebuslar oldu

İstiklal Madalyası teklifi meclise geldiğinde bazı mebuslardan itiraz sesleri yükselmişti. İtiraz edenlerin bir kısmı; “vatan hizmeti nişan, madalya için yapılmaz, maddi şeylerle takdir edilmez. Vatan hizmetlerinin mükâfatı manevidir. Üstelik bu madalya usulü Sultan Abdülhamit devrinden kalma bir bidattir” diyerek bu teklife sıcak bakmadı. Onlara göre zaten bütün millet vatan müdafaasıyla meşguldü. En uzak yerdeki bir köylü çocuğu da memleketi savunuyordu. Herkese madalya verilemeyeceğinden bu teklifin bir anlamı yoktu. Bir kısım mebusa göre İstiklal Madalyasının adı da doğru değildi. Devlet yeniden müstakil olmamıştı ki böyle bir madalya ihdas edilsin. Vatan savunmasında tam netice alınamamışken meclise getirilen bu teklif devlet hazinesine büyük bir yük de getirecekti. Ayrıca şimdi göğsüne madalya takılan kimselerden yarın bir gün bunların geri alınması durumu karşısında meclis sıkıntı yaşayabilirdi.

Mecliste madalya tartışmaları devam ederken bu teklifi bir gösteriş olarak görenler; memleketi kurtarıyoruz, medresede öğrencilerine mükâfat vermiyoruz şeklinde tepkilerini dile getirirken daha yakın zamanda cephede hizmet edenlerin maaşlarına zam yapıldığını ileri sürmüşlerdi. Mebusların kendi kendilerine madalya takması için kanun yapması da ayrıca ayıplanacak bir davranıştı. Teklifin kanunlaşması durumunda madalya takmayı kabul etmeyecek olan milletvekilleri itirazlarını yüksek sesle dile getirmeye başlayınca Denizli Mebusu Müfit Bey “Canınız isterse…” diyerek karşılık vermiş, sözlerine şöyle devam etmişti: “Herkes vatanı kurtarmakla meşguldür ama herkesin yaptığı hizmet aynı değildir. Bazı arkadaşlar mükâfat olarak tarihi şeref kâfidir dediler. Pekâlâ, burada bu mecliste çalışmanın da bir tarihi şerefi yok mu? Ama niçin encümenlere muntazaman devam etmiyorsunuz? Tahsisatınız kesilsin görürüm o zaman dakikası dakikasına koşarak vazifeye yetişecekleri…”

Bu konuşmadan cesaret alan Malatya Mebusu Feyzi Bey: “ Hizmet eden bir askere ufacık bir madalyayı çok mu görüyorsunuz? Bunun verilmesine ne mani var? Asker onu takar onunla iftihar eder ve her vakit nişan almaya çalışır fena mı? “diyerek muhaliflere çıkışmıştı. Bolu Mebusu Tunalı Hilmi kürsüye gelerek bu kanunun kabul edilmesi gerektiğini lakin madalya yerine buğday başağı şeklinde bir “İstiklal Hatırası”  verilmesinin daha uygun olacağını belirtmişti. Kastamonu Mebusu Doktor Suat Bey ise madalyanın altından yapılıp askere meccanen hediye edilmesini teklif etti. Ancak Kütahya Mebusu Besim Atalay Bey söz alarak bir hadisten örnekle madalya teklifine karşı çıktı: “Bir hadis-i şerif var buyuruyor ki; Buharî Şerifte fethi fütuha malik olan milletlerin kılıçlarının kınları altın ve gümüş değildir, demir ve kalaydır. Araplar Sudan’dan Sibirya’ya, Çin’den Fas’a kadar yürüdükleri zamanlarda bir kısmının ayaklarında pabuç yoktu.  Efendiler biz Osmanlıların Viyana surlarına dayandığımız zamanlarda göğsümüzde deve çanları nişanlar yoktu. Ne vakit ki Araplar sükûta başladı, müteaddit unvanlar da başladı, Mutasımbillâh, Mustansırbillâh… Nerede nusrat istihsal eden? İran yükseldiği zamanlarda yalnız Dara ismini, yalnız Keyhüsrev ismini görüyorduk. Ne vakit ki sükût etmeye başladı; Seyfüddüveleler, Samsamüssaltanatlar, Salarüddüveleler… Biz de ne vakit tedenni ediyorsak, Devletlû, Kerametlû, şehametlû bilmem nelülerden ve göğüsleri nişanlarla dolmuş paşalardan geçilmiyordu. Her gün gazetelerimiz nişanlarla dolu idi. Bu bizim sükût devrimizdi… Ne yaptık acaba? Cephelerin halini görüyoruz, ne vereceğiz? Bugün verilecek nişan değildir. Cezadır, ceza efendiler…”

Kanun sonunda çıktı

Yapılan tartışmaların ardından nihayet; “İstiklal Madalyası bilfiil kıta başında cephede veya dâhili isyanlarda âsarı hamaset ve fedakârlık gösteren erkân, ümera, zabitan ve efrada ve milli kahramanlara ve cephe gerisinde ulvi maksadın husulü için azami mesai ibraz edenlere verilir” şeklinde ifade edilen kanun kabul edildi. Kanunun birinci maddesinden sonra madalyanın şekline ve nasıl takılacağına dair maddeler de mecliste istişare edildi. Milli davayı fikren müdafaa edenlerin madalya kurdelesi yeşil, cephede kanları ile mücadele edenlerin kırmızı, cephe gerisindekilerinki ise beyaz olmasına karar verildi. Oyların sayımında dahi itiraz eden mebuslardan bazıları mecliste yüksek sesle madalyaları takmayacaklarını buna haklarının olmadığını söylerken İzmit mebusu Namık Bey siz madalyayı herkesten önce takarsınız şeklinde karşılık vermesi ortamı bir müddet daha gerdi. Lakin sonunda meclisteki 89 mebustan 54’ü evet oyu verdi ve teklif kanunlaştı.

Madalyaların alçı kalıpları sanatkâr Server İzzet Bey, baskısı ise darphanede Zeki Bey tarafından hazırlandı. İlk yeşil kurdeleli İstiklal Madalyaları mebuslara, kırmızı olanları Sakarya Muharebesini takiben Yusuf İzzettin Paşa, Şükrü Naili ve Salahattin Adil beyler başta olmak üzere savaşta yararlılık göstermiş olan askerlere takdim edildi.