Geçen sayıdaki yazımda, 25 Kasım Cumartesi günü İstanbul MAZLUMDER Genel Merkezinde yaptığım konuşmanın “Tevhid Selam Terör Örgütü kumpası” bölümünde kalmıştık.
2000 yılı Mayıs ayı başından Temmuz ayına kadar her gün, bütün ulusal televizyon ve gazeteler UMUT (Uğur Mumcu Uzun Takip) operasyonu bahanesiyle Müslümanlara hakaret edip saldırdılar.
“Bin yıl sürecek” dedikleri 28 Şubat terörünün hedefi Selam Gazetesi ve Selam çevresi olmuştu…
Neden Selam Gazetesi? 28 Şubat darbecilerinin, Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Refahyol hükümetini yıkıp yerine kukla hükümet getirmekteki maksadının; ülkemizin ekonomik imkânlarını, siyaseti ve sosyal hayatı Siyonist İsrail ve ABD’nin emrine amade hâle getirmek olduğunu açık şekilde yazıyorduk çünkü.
Yayınlarımızı, hukuki yollardan engellemeye kalktılar. İstanbul DGM’lerinde, sadece benim hakkımda 34, diğer mahkemelerde de 6 dava açıldı. Diğer arkadaşlarımız hakkında da bir bu kadar dava açıldı…
Savcılar tarafından gazetedeki yazılara açılan soruşturmaları tebliğe gelen görevli polisler, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olduğum için kararı bana tebliğ ederlerken: “Siz böyle yazmaya devam ederseniz daha çok davalar açılır. Anlamıyor musunuz, Nurettin Şirin’e verilen ceza sizi akıllandırmadı mı?” gibi manidar telkinlerde bulunuyorlardı.
Selam Gazetesini hukuki yollardan susturulamayacağını anlayan “karanlık güçler”, karanlık oyunlarını devreye sokarlar ve Yusuf Karakuş’u bu senaryoya seçerler.
Yusuf Karakuş, “karanlık güçler” tarafından 2000 Mart ayında, gayrikanuni olarak gözaltına alınır ve kendisine şu teklif edilir: “Yusuf, biliyorsun senin infazın var. Eğer bizimle işbirliği yaparsan senin bu infazını yaktırmayız. Şu anda devam eden mahkemen seni örgüt üyeliği ile suçluyor. Buradan 9,5 yıl yatacaksın. İnfazın yanarsa o davadan da 18 yıl yatacaksın. Ömrün hapislerde geçecek ve belki de hapiste ölüp gideceksin. Ama bizimle işbirliği yaparsan tüm mahkemelerden beraat edeceksin ve sana yeni bir kimlik, yeni bir hayat vereceğiz.”
Yusuf Karakuş bu teklifi kabul etmez ve kendi ifadesine göre 40 gün boyunca çeşitli işkencelere tabi tutulur. Sonunda işbirliği teklifini kabul etmek zorunda kalır.
Bu karanlık güçler, Yusuf’a şunu öğretirler: “Sen, Selam Gazetesi çalışanları hakkında kuracağımız bu komplo neticesinde 6 ay kadar hapis yatacaksın. 6 ay sonra seni çıkaracağız, yeni bir kimlik ve yeni bir hayata kavuşacaksın. Güya Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyacak İranlı şahsa, Abdülhamit Çelik ile birlikte yardım etmenizi, Hasan Kılıç ve Mehmet Şahin söyledi diyeceksin. Abdülhamit Çelik de İranlı ile aranızda tercümanlık görevini üstlenmiş olacak. Bir diğer olay da İranlı bir albayı Üsküdar’daki evinden kaçırıp İranlılara teslim ettik, bunu da Hasan Kılıç ve Mehmet Şahin’in emriyle yaptığını söyleyeceksin. Bu ifadelerin aynısını verecek iki kişi daha bize söyleyeceksin. Biz onları da yakalayıp getireceğiz ve daha sonra Selam Gazetesi çalışanlarını toplayacağız.”
Yusuf Karakuş, dergimize ve daha sonra gazetemize gidip gelen, Muzaffer Dağdeviren ve Fatih Aydın isminde iki kişinin ismini verir. Bu şahıslar, hiçbir şeyden haberleri yokken Selam Gazetesi elemanlarına yapılan operasyondan 1 gün önce gözaltına alınırlar. Bu şahıslara yapılan işkenceler sonucu, aynen Yusuf Karakuş’a yapılan teklif, zorla onlara da kabul ettirilir.
6 Mayıs sabahı, operasyon başlatıldı ve bizler Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltına alındık. İki gün sonra, Ankara Terörle Mücadele Şubesine götürüldük. Burada 7 gün boyunca, havsalanızın almayacağı işkencelerin sonunda, Uğur Mumcu’nun katili ilan edildik.
Selam Gazetesi, bu baskınlardan iki ay sonra kapanmak zorunda kaldı. Böylece Selam Gazetesi, “Tevhid Selam Örgütü”ne dönüştürüldü…
* * *
Allah var problem yok
11 Aralık 1994 günü Ruslar, yüz bin kişilik bir orduyla Çeçenistan’a saldırdılar. Savaşın ilk safhası, 1996 Ağustos’una kadar sürdü. Her türlü dengesizliğe rağmen, Çeçenler Rus ordularını ülkelerinden kovmayı başardılar.
Bu savaş döneminde Çeçenistanlı kardeşlerimizin direniş mücadelelerini, ülkemiz insanına ve dünyaya birinci elden bilgi vermek gayesiyle iki kere Çeçenistan’a gittim. İkinci gidişimde Rus askerleri tarafından tutuklanıp, 8 ay esaretten sonra ülkeme dönebilmiştim.
Bu dönemde tanıdığım ender şahsiyetlerden birisi de Çeçen İstiklal Marşı’nın söz ve müziğini kaleme alan İmam Alim Sultan’dı.
İmam Alim Sultan ile ilk defa 1 Kasım 1995’te, Azerbaycan’ın Bakü şehrinde, Azerbaycanlı dostum Timur Kuliev’in bürosunda tanıştım. Timur, İmam Alim Sultan’ı tanıtırken “Bu kardeşimiz sizin bildiğiniz müzisyenlerden değil, bu savaşçı bir müzisyendir; bunun silahı da gitarıdır” dediğinde; doğrusu savaşçılık yönünü abarttığını zannetmiştim.
Alim Sultan’la tanıştığımız günün akşamı, bir evde sohbet etmek ve eserlerini dinlemek üzere ayrıldık. Akşam olduğunda randevulaştığımız yere, kendisi ve yanında bir kaç tane arkadaşıyla geldi. Bu arkadaşlarının, kendisiyle cephede ve sahnede beraber olduklarını söyledi.
Ertesi sabah, Ankara temsilcimiz Talip Özçelik ve tercümanımız Samir Abbasov ile Çeçenistan’a gitmek üzere yola çıktık. Azerbaycan-Dağıstan sınırını Sadaka nehrinden geçerken Rus askerleri tarafından yakalandık. Cezaevlerindeki 8 ay 3 günlük mecburi ikametimiz, 5 Temmuz 1996 günü noktalandı. Tahliye olduktan sonra Mohaçkale’ye gittim. İlk akşam bir otelde kaldım. Ertesi gün, Türkiye’den bizim işlerimizi takip için gelen kardeşim Halit otele gelip İmam Alim Sultan’ın evinde kaldığını ve evinin otelin hemen yanında olduğunu bahsettiğinde çok sevinmiştim.
Saat 11.00 gibi kardeşim Halit’le beraber İmam Alim Sultan’ın evine gittik. Kendisiyle karşılaşır karşılaşmaz hasretle kucaklaştık. İmam Alim Sultan’a yeni bıraktığı sakal çok yakışmıştı. İmam Alim Sultan, bizden cezaevindeki davranışlarımızdan dolayı övgüyle bahsediyordu. Geriye dönüş işlemlerimizle ilgili olarak, herhangi bir problemle karşılaştığımızda sürekli olarak “Allah var problem yok!” diyerek, her şeyin düzeleceğini söylemek istiyordu.
İmam Alim ile Türkiye’ye dönüşüme kadar, burada birkaç gün beraber olduk. Çeçenistan cihadı ve Kafkasya Müslümanları için ileriye dönük neler yapılabileceğini uzun uzun konuştuk. Bu sohbetlerden birisinde, kendisinin Almanya’da da konserler vermesi gerektiğini söylediğimde; bu konuda Türkiye’de iken arkadaşlarla konuştuğunu ve bir projesi olduğunu söyledi. Ben ısrarla bunu bir an evvel gerçekleştirmesinin ehemmiyetini anlattım. Bana “Sen Türkiye’ye git, bir iki ay içerisinde işlerini ayarla, ben de Türkiye’ye geleyim; seninle beraber Avrupa’ya gidelim. Seninle beraber gitmek daha bir başka olur” dedi. 3-4 ay sonra mutlaka gitmek üzere sözleştik. Vedalaşırken İmam “Seninle ilgili bestelerimi, seninle beraber Avrupa’yı gezerken okumak benim için başka bir zevk olacak” diyordu.
1996 Aralık ayının ilk günlerinde, Ukrayna’nın Odessa şehrinden telefonla beni aradı ve on beş yirmi güne kadar geliyorum, hazır ol dedi. 16 Aralık günü şehadet haberi ulaştı İmam Alim Sultan’ın. Rus gizli servis elemanlarınca, Odessa’da şehid edilmişti.
Cennette buluşmak üzere sevgili İmam Alim… Allah var problem yok…