Metronun merdiven-lerinden inerken telefonum çaldı. Profesör Ejder Okumuş Ankara’dan arıyordu. “Haberin var mı” dedi, “Mahmut Balcı vefat etmiş.” Ölüm haberlerinin şiddeti birbirinden farklıdır; bazı ölümleri duyunca rahmet diler, biraz müteessir olur, günlük işlerimize devam ederiz. Ama bazı insanlar da var ki, hayatımızda tuttukları yerin, ömür merdivenimizdeki ayak izlerinin farkına ancak aramızdan ayrılınca varırız.
Haberin bendeki tesiri kısa bir süre sonra başka telefonlar ve mesajlarla daha da ağırlaştı. Erzincan’dan Profesör Erdal Akpınar, Yeni Şafak Gazetesinin Kültür editörü Ayşe Olgun gibi Türkiye’nin değişik yerlerinden, değişik mesleklerden insanlar, epey bir zamandır kıyıya çekilmiş olan bir adamın vefatından birbirimizi haberdar ediyorduk.
İyi biliyorum ki, 11 Ocak Cuma günü Esenler’de Mimar Sinan Camiinde vaaz verirken rahatsızlanıp aramızdan ayrılan Mahmut Balcı’nın göçünden birbirini haberdar etmek için başka telefon zincirleri de kurulmuştu. Hepimizin onunla bir hikâyesi vardı; siyasetten bürokrasiye, eğitimden kültüre farklı mesleklerde pek çok insanın hayatında bir iz, bir hatıra, bir etki ya da tanışıklık neşvesi bıraktı…
Mahmut Balcı’yı Erzurum’da öğrenciliğimin ikinci senenin başında tanıdım. Sınıfları çift dikiş mi gidiyordu, hatırlayamıyorum. Öğrenciliği devam ediyordu ama aramızda da bariz bir yaş farkı vardı. Eğer kendisiyle yüz yüze konuşuyorsak “Mahmut Abi”, arkasından konuşuyorsak “Tekyay Mahmut” derdik. Tekyay’ın ne olduğunu ve hayatımızdaki yerini bilmeyenler, bunu Mahmut Balcı’ya takılmış bir mektep lakabı sanabilir ama öyle değil.
Tekyay, Balcı’nın Erzurum’da açtığı kitabevinin adıydı. Çayı her dem hazır, arı gibi işleyen, hep birilerinin sohbet ettiği bir yerdi. Aynı zamanda bir buluşma mekânıydı da. Öyle zannediyorum ki Erzurum’da birkaç kuşak öğrenci buluşmak için sıkça aynı adresi göstermişlerdir:
“Tekyay’da…” Sokağa bakan vitrin pencereleri dışında bir aydınlatması olmayan bu mekân bize, İstanbul’un sıcak kitaplarının Erzurum’a yetiştiği sevincini yaşatırdı.
Bazen kitaplar gelip biter korkusuyla adımızı listeye yazdırır, Mahmut Abiye nazlanır, hatta onun gözündeki ayrıcalıklı okurlardan biri olduğumuza kanaat getirmek isterdik. Kilisliydi ama artık Erzurumlu olmuştu. Evliydi, çocukları Erzurum’da doğdu. Kardeşlerini de Erzurum’a getirmiş, onları da işe ortak etmişti. Ben şehirden ayrıldıktan sonra Tekyay’dan daha büyük olan Üniversite Kitabevini açtı ama bizim için Tekyay hep biricikliğini korudu…
Mahmut Balcı kurduğu kitabeviyle sadece uzak bir Anadolu şehrinin kültürüne canlılık kazandırmakla kalmadı, kitaplarını raflarına dizdiği kimi yazarları da Erzurum’a getirerek okuyucuyla buluşturdu. Öyle zannediyorum ki bir yerden sonra yaptığı işin sınırına geldi. Kitapçılık yanında yayıncılığa da başladı.
Bu, Balcı’yı Erzurum’dan İstanbul’a çekip getiren bir başka sevdaydı. Nasıl Erzurum’a gittiğimde orada idiyse, İstanbul’a geldiğimde de burada bulum Mahmut Balcı’yı. Burada, Sultanahmet’te, Birey Yayınlarında. Kalem ve Onur adında bir de dergi çıkarıyordu artık.
Benim bir işe, onun da bir tanıdığa ihtiyacı vardı. Hafızam yanıltmıyorsa 2000 yılında Birey Yayınlarında editörlük yapmaya başladım. Çocukları okula gidiyor, kıymetli eşi Sümeyye Hanım’ın da belli aralıklarla yayınevine uğrayıp işlerin bir ucundan tutuğu oluyordu.
Mahmut Balcı, bir yanıyla popüler kitaplar çıkararak çarkı döndürmek istiyor diğer yandan da “sağlam kitaplar” yayınlayarak uzun vadede kalıcı bir yayınevi olmanın hayalini kuruyordu.
Ahmet Hakan Coşkun’un “İskele – Sancak” programının bir kaçı deşifre edilerek kitaplaştı. Mehmet Altan, Ali Bayramoğlu gibi gazetecilerin yazılarının kitaplaştırıldığını da hatırlıyorum.
Bunlar yayıncılığın bir cephesiydi. Öbür cephede ise Giddens’lar, Nietzsche’ler vardı. Benim Birey’deki editörlük serüvenim uzun sürmedi ama Mahmut Balcı’nın yayıncılığı epey daha devam etti. Ara ara karşılaşıp selamlaştık, vakit varsa hasbihal ettik. Bildiğim kadarıyla bir iki kere yeniden Erzurum’a göçüp geri geldi. Birey Yayınları yayıncılığa nokta koydu. Balcı öğretmenlikle sınırladı hayatını…
12 Ocak Cumartesi günü ikindi vakti yağmurlarla birlikte ebedi aleme uğurladık Mahmut Balcı’yı. Milletvekilleri, bürokratlar, yazarlar, yayıncılar, mahalle komşuları, lise öğrencileri; hepsi de “bir taşra kitapçısı”nın iniş çıkışlarla dolu hüzünlü hayatına içtenlikle veda ediyordu. Kimisi onu tıpkı benim gibi Erzurum’dan itibaren tanıyan insanlardı, kimileri de İstanbul’da yayıncı ve öğretmen olarak tanımışlardı.
Yerinde duramayan, hep bir şeyler yapmaya çalışan, çok farklı kesimlerden farklı insanla ilişki kurabilen biriydi. İçimizde bıraktığı burukluk, biraz da onu uzun süre boşlamış olmaktan kaynaklanıyordu. Çoğunlukla arayan oydu. Memleketin “büyük hikaye”lerin Mahmut Balcı gibi hayatı hep bir idealle iç içe geçmiş isimleri gölgelemesine gönlüm hiç razı olmadı. Bu yazının bir sebebi de budur. Ruhu şad olsun…