Bizim filmleri her ne kadar beğeniyorsam da, içindeki acı bana dokunuyor. Şiddet, yoksulluk, acı, ölüm… Yaşadığımız hayatın bir parçası. Üstüne ayak bastığımız kırmızı halılarda kir yerine, çamur yerine bir iz, bir Bosna kilimi deseni, bir Türk halısı deseni, neşe dolu renkleri bıraksak…
Bu sene Saraybosna Film Festivali’nin 25.’si düzenleniyor. Yokluk yıllarında büyük bir aşktan doğmuş savaş cocuğu gibi. Barış döneminde yaşanan hayatı taklid eder gibi. O hayat tarzını unutturmamak uğruna yapılmış, insanımızın suya, yemeğe, ısınmaya ve yaşayacak bir eve ihtiyacı olduğu kadar kültüre, sanata da ihtiyacının olduğu göstergesi. Haris Paşoviç, Mirsad Purivatra, Haris’in etrafında toplanmış birkaç filimsever genç. Yönetmenlerin şahsî tanışıklıkları aracılığıyla sanatçılar da gelmiş, filmler tahsis edilmiş, elektrikler ise şu veya bu şekilde film gösterileri için temin edilmiş.
25 sene içerisinde, doğup yaşadığım şehirde yılda bir olan Festivale karşı farklı hissiyatlarım vardı. İlgilendiğim filimler de farklılaştı yıldan yıla. Oğlumun küçüklüğünde çocuk filimlerini takip ediyorduk, biletleri temin etmeye can atıyorduk. Kırmızı halı ile aramız oldukça mesafeliydı.
Sonra Festival ve etrafındaki etkinlikler prestij meselesi oldu, bizim gibi sıradan ölümcül bir kul biletlere ulaşamazdı. Ya sponsor şirketlerde çalışan biri olacaksın, ya medyada ve partilerde görünen bir sima, ya bakanlıklarda dolanacaksın ya da sponsor telekomun hattına sahip olacaksın ki kendi paranla bilet rezervasyonunu yapabilesin. Madem Festival beni yok saydı, ben de o yıllarda Festivali yok saymaya başladım.
Festival günlerinde ve Festival sayesinde meşhur modacıların tasarımlarıyla, makyaj ve saç kesimleriyle öne çıkan şehrin yeni bir zürefa takımı oluşmaya başlamış. Kim hangi elbiseyle kırmızı halıya çıkmış, kim kiminle el ele kol kola filmin galasına gelmiş, hangi çiftin arasından kara kedi geçmeye başlamış, her şey magazin sayfalarında belirlenmeye başladı. Şehrin, ülkenin, hatta bölgenin nabzı Festival aynasında hissediliyordu.
Film sanatı bu magazin havasına göre yan etkilerden biriydi. Komşu ülkelerden medyalar Festival boyunca olup bitenleri takip ediyor, heyecanla kimin kimle, nasıl, ne yaptığını aktarıyorlar. Bölgede en önemli etkinlik bu.
Atlara binen aptallara, aşa giren şalgamlara bakıyorum… Aptalların altında fabrikadan yeni çıkmış jipler, şalgamların üstünde baştan ayağa kadar imzalı tasarım.
Her ne kadar Bosna sinemasıyla ve kazandığı ödüllerle gurur duysam da, Türk sinemasının son yıllardaki başarısı da (Türkolog oluşumudan dolayı) bir o kadar beni gururlandırıyor. Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, bir de benim dilimi konuşan, filimlerinde duygularımı anlatan Semih Kaplanoğlu. Mahmut Fazıl Coşkun, Faysal Soysal, Emin Alper…
Festivallerde izleyemediğim Türk filmlerini Türkiye’ye gittiğimde izlemeye çalışıyordum. (Türkolog olup da Türk sinemasını takip etmemek ayıp bence.)Bir de millet yıllık takvimini Festival tarihine göre planlamaya başlamış: Bayram falan tarihte (bunlar evde geçirilir), festival filan tarihte, arada bir tatil çıkışı olur. Diyaspora da o tarihlerde gelmeye karar veriyor. Herkes şehirde.
Festivale karşı olan duygularımı dengelemeye çalıştım: ne aşırı küskünlük, ne delice aşk, ne de nostalji kalmamış. Sokaklarda, gece boyunca merkezdeki kafelerde yüksek sesli müzik devam ediyor. Bosna filmi, Türk filmi güzel, sanat tarafı, fotoğrafı, kurgusu, hikayesi, oyunculuğu her şey olağanüstü. Bu sene Emin Alper, Kız Kardeşler filmi için en iyi yönetmen ödülünü aldı.
Bizim filmleri her ne kadar beğeniyorsam da, içindeki acı bana dokunuyor. Şiddet, yoksulluk, acı, ölüm… Yaşadığımız hayatın bir parçası. Hayatın aynası filmler. Bu bahsettiğim filmler kurgu ama Amerikan filmi de kurgu. Ümit, neşe, mutluluk… Biz de öyle bir film yapsak derim, ümit kapısını aralayacak, neşe getirecek, sevdalıları tüm olumsuzluklara rağmen bir araya getirecek, hastalığı yenecek, savaşı durduracak, gençleri kötülüğe çekmeyecek bir film yapsak. Bundan sonra film hayatın aynası değil, hayat filmin aynası olsa…
Üstüne ayak bastığımız kırmızı halılarda kir yerine, çamur yerine bir iz, bir Bosna kilimi deseni, bir Türk halısı deseni, neşe dolu renkleri bıraksak… Hayata yansıtmak üzere… Benimki de hayal ürünü, benimki de kurgu.