Yakında gelmeye başlayacaklar, Güney Afrika’dan, sürüler halinde. Önce yaşlıları yola çıkacak, ardından gençleri. Uçsuz bucaksız çöllerin, oynayan çocukların, kırılgan ülkelerin göğünden geçecekler, sonra bir denizin. Güzel boyunları, ince uzun ayakları, uzun kırmızı gagaları, beyaz tüyleri ve siyah kuyruklarıyla geçip gidecekler üstümüzden. Biz aşağıda olacağız, kentte. Belki de göğe yükselen buharımız, uğultumuz ve telaşımız yüzünden küçük bir kavis çizecek, hiç görünmeden devam edecekler yollarına. Yüz yıllardır süren göç, yüz yıllardır izlenen güzergâh hiç şaşmadan bir kez daha tekrarlanmış olacak. Aşağıda bin yıllardır yürüyen düzen de öyle. Hırstan, terden, ısrardan, dargınlıktan, umuttan ve yenilgiden çatılmış hayat, bahara yine hazırlıksız yakalandığı için savrulup duracak şuraya buraya. Kızların gülüşleri kapalı bir havzanın içinde, kentin gürültüsüne karışacak mesela; bir çocuğun sevinci parktan dışarıya çıkınca, annenin haykırışı da öyle. Öyle meşgul olacağız ki onlar geçerken, içimizden çok azı başını yukarıya kaldırıp, işte geldiler diyecek. Bir büyüye benzeyecek bu söz, kulak kabartan talihlilere unuttuğu bir şeyi hatırlatacak. Ötekiler ne gittiklerinden haberdar olacaklar ne de döndüklerinden…
Şimdi çoğu Ak Denizin üstündedir, yakında gelmeye başlarlar. Onlar denizin üstünde uçarken, aşağıda dalgalar arasında bir başka göçe çıkmış filika halkı olacak. Annelerinin kucağındaki çocuklar, tehlikeli dalgaların arasında dönüp yukarıya bakacaklar, onlara bir oyuncakmış gibi gelecek uzun ince bacakları ve inip kalkan kanatlarıyla süzülüp duran kuşlar. Anneleri de dönüp bakacak yukarıya, Somalili, Nijerli ve Suriyeli anneleri. Sonra bütün annelerin gözü tek bir göz halini alacak. Filika sallandıkça, kanat yerlerini yoklayacak hepsi de; kanat yerlerinde çocuklarına sarılmış iki yorgun koldan başka bir şey bulamayacaklar. O ıssız ölüm denizinin ortasında leyleklerin gittiği yerleri düşünecek bazıları; mutlaka düşünecekler. Sıcak evleri, yemek pişirilen mutfakları, serili odaları, akşamleyin açılan kapıları. Kuşlar annelerin ve çocukların üstünde kanat çırpmaya devam edecekler, dalgalar annelerin ve çocukların altında büyüdükçe büyüyecek.
Sonra birden kanatlar ve dalgalar birbirine yaklaşmaya başlayacak; filika sarsılacak, erkekler kendilerine, kadınlar çocuklarına sarılacak. Öyle çok sarılacaklar ki, doğmuş olan yeniden annesinin rahmine geri dönecek. Leylekler, çocukları yıldızlara alıştırıp öyle gelecek…
Artık Ak Deniz’i geçmişlerdir bile. Uzak kırlarda yaşayan adamlar, toprağı bellerken, alışkanlıkları olduğu üzere kaldırıp başlarını yukarıya bakacaklar. Ama içlerinden biri, kuş dilinden anlayanı, denizden doğru gelen misafirlerin kanatlarında bir yorgunluk görecek; hiç de yol yorgunluğuna benzemeyen bambaşka bir yorgunluk. Ölmüş çocukların gözlerini yıldızlara taşımaktan bitap düşmüş kuşlar, karayı gördükleri için ayrı bir mahcubiyet duyacaklar; sanki sürünün yarısı göç yolunda kırılmış, kendileri istemeye istemeye havada kalmışlar gibi. Kuş dilini bilen adam, onları Simurg’u aramaya çıkmış kanatlılar halkına benzetecek birden. Istırap ve ölüm vadilerinin üzerinden uçmuş, insanı kanatsız bırakan yazgıyla tanışmış, bir can pazarında erkeğin bencilliğini kadının çaresizliğini tecrübe etmiş, çocukları denizlere indirmiş, daha Simurg’a varmadan Simurg kesilmişler işte. Cömert ölüm, arkalarından gelenleri de aynı tecrübeyle ağırlaştıracak, onların arkalarından gelenleri de. Belki de kuşların kanatları bir gün bu ağırlığa dayanamaz hale gelecek; bir göç sırasında kanatlarını ölmüş çocuklarını yanına bırakacaklar. Uzun kırmızı gagaları onların oyuncakları olacak…
Yakında gelmeye başlayacaklar, Güney Afrika’dan, sürüler halinde. Burada kentin uzak kıyılarında geçtiğimiz mevsimden kalma yuvaları var çünkü. Yağmur yüzünden sıvası biraz bozulmuş, rüzgâr bazı otlarını alıp götürmüş. Yorgun argın gelip, sessizce işe koyulacaklar; eski yuva yenilenecek. Hafta sonu babasıyla kentin uzak kıyılarına gitmiş bir çocuk, şaşkınlıkla izleyecek onları; bitip tükenmeyen sorular soracak. Baba sabırla leylekleri anlatacak oğluna; her bahar gelip, her güz geriye döndüklerini söyleyecek. Yollarını hiç şaşırmadıklarını, denizler aşıp geldiklerini, hangi yuvayı bırakmışlarsa ona gelip yerleştiklerini, göç sırasında yorulmamak için öndekilerle arkadakilerin sürekli yer değiştirdiğini, yaşlılarının genç olanlarından daha erken yola çıktığını, burada yavrulayacaklarını, yavrularını burada büyüteceklerini. Çocuk merakla, onların denize düşüp düşmediklerini de soracak. Ve tam o anda Ak Deniz’de başka bir çocuk, henüz göç halindeki bir başka leylek sürüsüne dikmiş olacak gözlerini. Filikayı sallayan dalgalarla kuşların kanatları yaklaştıkça yaklaşacak birbirlerine. Annesi onu kanatsız kollarının arasında tutamaz olunca, bir leylek aşağıya süzülüp çocuğa kanat takacak. Leyleklerin getirdiği dünyadan yine bir leylek götürecek çocuğu…