14 Aralık günü Akşam gazetesinde yazan Kurtuluş Tayiz’in yazısını okuyordum. Yazıda ABD’nin bölgede bir Kürt bölgesi tesis edip orada güçlü bir askeri yapı oluşturana değin Suriye’deki siyasi çözüm sürecini engelleyeceği ifade ediliyordu. ABD’nin planına göre bu bölge bağımsız olacak ve muhtemel düşmanlara karşı özellikle havadan koruma şemsiyesi altına alınacaktı. Gerisi kolaydı, gerek Esed rejimi olsun, gerekse diğer komşu devletler bu oldu bittiyi kabullenmek zorunda kalacaklardı.
Yazara göre bu hayalin yüz yıllık bir ömrü vardı. Fakat Batı için bu hayal hala tazeydi. ABD binlerce tır içinde tonlarca ağır silah getirip YPG’yi bunun için silahlandırmıyor muydu? Türkiye zor durumda olmasına rağmen kendisine dayatılmak istenen terör bölgesini kabullenmedi. Suriye ve Irak da kabullenmedi. Fakat gerek ABD, gerek İsrail, gerekse ABD’ye satılmış bazı Arap yönetimleri bu terör devletini görmek için can atıyor. Üstelik YPG terör örgütü Marksist bir örgüt olarak hem kapitalist ABD’ye, hem de Müslüman Körfez ülkelerine karşıt bir ideolojiyi temsil ediyorken. Bu benzemezleri bir araya getiren nedir peki? Türkiye’ye ve Arap halklarına duydukları düşmanlık elbette.
12 Aralık. Cumhurbaşkanı Erdoğan Fırat’ın Doğusu Operasyonu’nu ilk kez duyurdu ve birkaç güne kadar başlayacağını ilan etti. Buna göre bir yandan hazırlıklar yapılırken diğer yandan ABD ile konuya ilişkin görüşmeler yapıldı. Bu arada Suriye Ulusal Koalisyonu ve Özgür Suriye Ordusu bu operasyona destek verdiklerini, iştirak edeceklerini açıkladılar.
14 Aralık. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı Trump ile telefonda görüştü ve Trump ani bir şekilde Suriye’nin kuzeyinden çekilme kararı aldı. DEAŞ ile mücadelede ülkesinin istenilen başarıyı sağladığını söylüyordu. DEAŞ’ın elinde az da olsa belli alanlar neden bırakılmıştı, bunu bilemiyoruz. Ankara’nın isteği ABD’nin terör örgütüne verdiği desteği artık kesmesiydi. İsminden başka demokratik hiçbir vasfı ve işlevi bulunmayan, Arapları topraklarından kovup etnik temizlik yapan terör örgütü herhangi bir desteği haketmiyordu.
15 Aralık. Amerikan yönetiminden Suriye Ulusal Koalisyonu ve Özgür Suriye Ordusuna tehdit dolu bir mektup ulaştı. Mektupta YPG/PKK’ya karşı yapılacak bir harekata iştirak etmemeleri ısrarla ifade ediliyordu. Anadolu Ajansı’nın bildirdiğine göre mektupta şunlar yazılıydı:
“Suriye Ulusal Koalisyonu ile Özgür Suriye Ordusu’nun operasyona katılması, doğrudan Amerika ve koalisyon güçlerine saldırı olarak değerlendirilecek ve gereken karşılık derhal verilecektir. Amerikan güçleriyle YPG/PKK güçleri iç içedir. Bu nedenle YPG/PKK’yı hedef alanlar doğrudan Amerikan güçlerini de hedef almış olacaklardır. Filler tepişirken siz uzak durun.”
17 Aralık. Dünyayı şaşırtan bir gelişme oldu. Türkiye ve ABD hükümetleri resmi olarak Amerikan askerlerinin Suriye’den çekileceğini ilan etti. Türkiye gerektiği vakit Fırat’ın doğusuna müdahale edebilecekti.
21 Aralık. Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerikan askerlerinin çekilme işlemi tamamlanana dek Fırat’ın Doğusu Operasyonu’nun ertelendiğini duyurdu. Trump ise çekilme kararının çok daha önceden verildiğini, çekilme zamanının artık gelmiş bulunduğunu ifade ediyordu.
Gelelim sadede… Aramızda Amerika’nın verdiği sözlere inanan var mı?
Ortadoğu’da polis rolünü oynamaya alışmış bir Amerikanın bu kadar kolay ikna olacağına, bölgenin barış ve selametini tamamen Türkiye’nin ellerine bırakacağına inanabilir miyiz? Bu mümkün mü?
Tacir kafasıyla hareket eden Trump’ın Ortadoğu’nun kaynaklarını tüketmeden ve bütün fırsatları ganimete çevirmeden çıkıp gideceğini sanmıyoruz herhalde!
Çünkü o meşhur sözde olduğu gibi “Kurt boş yere seğirtmez.”
İşte bu nedenle Trump’ın aldığı bu karara ihtiyatla yaklaşmak zorundayız. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi “Mümin uyanık olmalıdır.”
Nitekim analizlerin pekçoğunda Amerika’nın Türkiye’ye tuzak kurduğu yazılı. Amerika’nın kendi askerleri için endişelendiğini söylemek mümkün değil. Çekilme kararından birkaç gün önce Fırat’ın doğusundaki Amerikan askerlerinin varlığına ilişkin Ankara ile Washington arasında mutabakat sağlanmıştı.
Dikkat çekmek istediğim husus, Trump-Erdoğan görüşmesinden sadece bir gün sonra Suriye Ulusal Koalisyonu’na ve Özgür Suriye Ordusu’na gönderilen mektup. Mektupta Amerikalılar Suriye topraklarına bizzat Suriyeli güçlerin girmesini istemiyor, Türkiye’nin tek başına girmesini gündeme getirmeye çalışıyor. Bu noktada gerek ABD gerekse Avrupa basını hazırlığını yapmış durumda. Oyun büyük. Nedir bu oyun? Özgür Suriye Ordusu’nun mevcut olmadığı bir operasyonda, Türkiye Suriye topraklarına girmiş bir işgal gücü olarak lanse edilecek. Nitekim İsrail basını da aynı amaçla gardını almış vaziyette. “İşgalci Türkler, mazlum Suriyeli Kürtlere saldırıyor” velvelesi içinde ABD tekrar bölgeye kurtarıcı olarak geri dönecek, Sonra mesele Birleşmiş Milletlere taşınmak suretiyle YPG/PKK örgütüne buradan bir meşruiyet devşirilecek. Peşinden devletleşme süreci başlayacak. Türkiye bu tuzağa düşmemeli. Özgür Suriye Ordusu’nu yanına almadan Suriye topraklarında ilerlememeli. Planladıkları tuzağı boşa çıkarmalı, başlarına geçirmeli.
Türkiye’nin bölgede tek başına hareket etmesine yeşil ışık yakan Amerika’nın niyeti, aynı zamanda Rusya ve İran ile kurduğu ilişkiyi zedelemek. Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’nu harekete geçirmek suretiyle doğrudan savaş belasına dahil olmaktan kendini kurtarabilir. Bu şekilde Rusya ve İran’a durumu gayet mantıklı bir şekilde izah edebilir.
Suriyeli mazlumlar olarak bizim Türkiye’den başka sığınacak kapımız yok. O nedenle Türkiye’nin güvenliği ve başarısı, aynı zamanda bizim güvenliğimiz ve başarımızdır. Bu böylece biline…
Kurt boş yere seğirtmez
