Osmanlı Devleti’nin ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin üç anayasası var: 1924, 1961, 1982. Hukukçular 1921 anayasasını da “Türkiye Cumhuriyeti anayasaları” içinde değerlendirmek ve “dört anayasa”dan bahsetmek eğilimindedir.
Büyük Millet Meclisi tarafından 1 Kasım 1922’de kabul edilen bir kanunla saltanat kaldırılıp Osmanlı Devleti’ne son verildi; Cumhuriyet, 29 Ekim 1923’te ilan edildi.
O halde 23 Nisan 1920-1 Kasım 1922 arasında Türkiye’de iki “Türk Devleti”nin bulunduğu söylenebilecektir. Bu nedenle 1921 Anayasası Cumhuriyet’e hazırlık anayasası sayılabilir. 1921 ve 1924 anayasaları millî kurtuluş hareketine katılan bütün siyasî, içtimaî, iktisadî zümrelerin millî uzlaşmasının eseri olarak (Meclis’in iradesinin eseri olarak) okunabilecektir.
Türkiye, 1961 ve 1982 anayasalarını askerî darbe neticesi kabul etti. 1980 darbesinin failleri darbecilikten yargılandı ve haklarında müebbed hapis cezası verildi.
12 Eylül darbesinin ardından hazırlanan ve 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan anayasada, 19 kez değişiklik yapıldı. 16 Nisan 2017’de yapılan on dokuzuncu değişiklikle (ki Cumhuriyet tarihinin 7. referandumudur) Parlamenter Hükümet (PHS) sisteminden Cumhurbaşkanlığı Hükümet (CHS) sistemine geçilmesi kabul edildi.
Şimdi perspektifi genişletelim: Küresel kapitalizm II. Dünya Harbi’nin sonu olan 1945’ten sonra aşağıda bahsedeceğimiz iki modeliyle yürüdü. Bu anlamda 1961 ve 1982 anayasalarına bu zaviyeden nazar edilmeli.
Dünya kapitalizmi 1945 sonrası dönemde Avrupa’nın tekelinden çıktı ve iki kutuplu dünya tesis etti. Dünyanın “devlet kapitalizmi: SSCB” modeliyle mi “küresel neo-liberal: ABD” modeliyle mi yönetileceği probleminden kaynaklanan “vekâlet savaşları” bu dönemi belirledi.
II. Dünya Harbi’nin sonlarında (1944’te) ABD’nin Bretton Woods kasabasında uluslararası ticaretin başlaması, uluslararası para sisteminin yeniden oluşturulması amacıyla konferans tertip edildi. 44 ülkeden 730 delegenin katıldığı bu konferans sonunda neo-liberalizmin iki ideolojik-siyasi-ekonomik aygıtı olan Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund: IMF) ile Dünya Bankası (World Bank: WB) teşkilatlarının kurulması ve Bretton Woods sistemi denilen yeni kapitalist düzenin oluşturulması kararlaştırıldı.
Bölgemizdeki darbe girişimleri bu arka planla değerlendirilmelidir.
Kapitalizm 1945 sonrasında iki iç çelişki yaşadı:
1) Çatışma dönemi: Devlet kapitalizmi (Sovyet) modeliyle neo-liberal kapitalizm (ABD-İngiltere) arasındadır. Bu çatışma 1945-1980 arası dönemi belirlemiştir;
2) Tek kutuplu dünya sistemi: Bu model ABD-Çin’in birbirine bağımlılığına dayalı olarak yürütüldü ve 1980-2000 arasında tekelci yapı kurdu.
Türkiye ile İran’ın birbirine koşut tarihsel süreçleri yaşadığı söylenebilecektir.
Çatışma döneminde (II. Dünya Harbi’nde) İran, İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi ve Şah tahtını oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’ye bırakmak zorunda kaldı.
1950’de Türkiye’de Demokrat Parti (Menderes) iktidara gelirken, İran meclisinde petrolün millileştirilmesi kararı kabul edildi. Şah Rıza (1919-1980), Ulusal Cephe’nin lideri Muhammed Musaddık’ı başbakanlığa getirmek zorunda kaldı. Şah, ABD destekli bir darbe ile 1953’te Musaddık’ı devirdi, karşılığında İran petrollerinin yüzde 50 hissesini çok uluslu konsorsiyumun denetimine verdi. Çatışma döneminde ABD, Sovyetler karşısında Büyük Selçuklu havzasında iki önemli coğrafyada belirleyici olmuştu. Cento (Bağdat Paktı) da 1955’te kurulmuştu.
Büyük Selçuklu-Osmanlı havzası Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’ı da içine dâhil edecek şekilde geniş bir perspektifle değerlendirilmeli ve kapitalizmin İslâm karşısında yeniden yapılanmasına dair süreçlerin sahası olarak kabul edilmelidir.
Tek kutuplu dünya sistemi (1980-2000) de bu havzada ortaya çıkan gelişmelerle şekillendi. Ancak Müslümanlar parçalı bir bakışa sahipti.
İran’da 1 Nisan 1979’da bir devrimle devlet “İran İslam Cumhuriyeti” adını aldı. Türkiye’de de hemen ardından 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleşti.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı 1979’daki işgali hatırlanmalıdır. Afganistan’daki işgal halkın direnişiyle karşılaştı ve SSCB’yi ekonomik olarak yıpratarak 1989’da çekilme kararı almak zorunda bıraktı. Sovyetler 25 Aralık 1991’de çözüldü; ABD’nin “tek kutuplu” egemenliği gerçekleşti.
Avrupa, “tek kutuplu Amerikan yüzyılı” vizyonuna 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nı yıkarak ve “bütünleşik Avrupa” kurarak cevap vermeye çalıştı. “Euro” 16 Aralık 1995’te resmen kabul edildi. Kapitalistler kendi aralarında amansız savaşlar yürütmekteydi. Peki Biz?
1979’dan beri İran’da “başörtüsü dayatması” ve “seküler kesimlere baskı” sistematik olarak yürütülüyor. 1980 sonrası Türkiye’de “başörtüsü yasağı” ve “dindar kesimlere inançlarına göre yaşama yasağı” getirildi. IŞİD ve FETÖ de göstermektedir ki İslâm dünyasında kapitalist dünya sistem lehine bir mühendislik çalışması yapılmaktadır.
Bu görülürse, Selçuklu-Osmanlı havzasında kapitalizme direnecek “İslâm milleti” Batı’yı yıkabilir.