Kültür emekçisi Mahmut Balcı’nın ardından

Mahmut Balcı Kardeşimi Tevhid dergisini çıkarırken tanıdım. Erzurum’da Tekyay Kitabevi’ni işletiyordu ve Tevhid dergisini buraya gönderirdim. Bu vesile ile Mahmut Balcı Kardeşimle bir hukukumuz oluştu. Daha sonraki yıllarda İstanbul’a geldi ve Birey Yayınlarını kurdu. Cağaloğlu Üretmen Han’da ziyaretine gider hasbihal ederdik.
Kendisi Erzurum’da iken Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocamızın da talebesi idi. İhsan hocamız, talebesi merhum Mahmut kardeşimizin acı haberini Almanya’ya yaptığı bir seyahatte alır.
Sizlere İhsan Süreyya Sırma hocamızın talebesi hakkında yazdığı “Gurbette ölüm haberlerini duymak” başlıklı duygulu yazısını paylaşmak istiyorum:
Aslında gurbetin kendisi bir ölüm değil mi?
Seven ve sevilenlerden uzak, cadde ve sokakları size yabancı, kaldırımlarda birbirlerine selam vermeden yürüyen insanlar, sahibinin elindeki ipe bağlı ve bağımlı onlarca köpek, bin-bir çeşit kimyasalla kokularından arındırılmış ağaçlarda yuva yapamayan zavallı kuşlar, direklere asılmış sarı, kırmızı ve yeşil ışıklara köle olmuş arabalılar ve de arabasızlar, kapitalist vahşetin köleleri olan istihlâk kurbanları kadınlar, erkekler ve bütün bu melanet şeylerden bihaber zavallı ve mübarek çocuklar; hafta boyunca kazandıkları paraları, şeytanî desiselerle ceplerinden alınan emekçilerin AVM denen “çağdaş eşkıya”lar tarafından soyulup soğana çevrilmeleri, kısaca kapitalist çağın, “Deccal yortuları” ile insanları makineleştirmek için canhıraş olarak koşturduklarını görünce duruyor ve sizi ıslatmaya devam eden yağmura rağmen “yahu çağdaş dünya denen meret bu mu?” diye hayıflanıyorsunuz…
Allah aşkına böyle hayat olur mu? Buna “canlı ölüm” desek daha yerinde olmaz mı?
Bir yandan bu düşüncelerle “çağdaş dünya”ya kahredip yürürken, diğer yandan da boynumdan omuzlarıma kadar inen yağmuru silmeye çalışıyordum ki, cebimdeki “akılsız telefon”un zili çalmaya başladı. Bu yağmurda cadde ortasında telefona da bakılır mı düşüncesiyle telefonu açmadım. Daha doğrusu boynumdaki atkıyı ve paltomun düğmelerini çözüp ceketimin iç cebinde olan telefona varıncaya kadar, telefon sustu.
Ben de aynı seremoniyle yine ceketimi, paltomu, atkımı kapatıp örtündüm ki telefon yine çaldı; bu sefer de, hem çok ıslandığımdan, hem de üşüdüğümden telefonu açma macerasına girmedim. Kendi kendime, “nasıl olsa ben ceketimin cebindeki telefona varıncaya kadar, telefon susacak” diye mırıldanarak yoluma devam ettim…
Gitmeye çalıştığım camiye vardığımda, gerçekten çok ıslanmıştım. Oysaki ben yağmurda, karda yürümeyi çok severim. Kırk yaşındaki zavallı kalpağımsa, öyle ıslanmıştı ki, belki ağırlığı bir kiloya çıkmıştı.
​Caminin lokaline varınca, paltomu, kalpağımı, atkımı, hatta ceketimi çıkararak, kurumaları için sandalye arkalarına yerleştirdim ve “şimdi telefona bakabilirim” diyerek telefonu açtım. Ah keşke hiç açmasaydım…
Nitekim açtığımda öyle haberlerle sarsıldım ki, değil beni ıslatmış olan yağmur, “Palandöken buzulları” bile beni bu kadar sarsmazdı!
​Evet; birkaç öğrencim telefonla ulaşamayınca, hepsinin muhtevası aynı olan mesajlar atmışlardı yâd ellerde dolaşan hocalarına:
– Hocam öğrenciniz Mahmut Balcı, Cuma va’zını yaparken, kürsüde kalp krizi geçirerek vefa etti.
– Hocam Erzurum milletvekili Muhyettin Aksak vefat etti.
Mahmut Balcı, Erzurum İlâhiyat Fakültesinden öğrencim; Muhyettin Aksak da, Erzurum yıllarında, değişik yerlerde yaptığım sohbet ve konferanslarda sadık bir dinleyicimdi.
​Rahmetli öğrencim Mahmut Balcı, değişik bir yapıya sahipti. Belki de Kilisli olduğu için “tüccar ruhlu” bir insandı. Çünkü Gaziantepliler/Kilisliler ticareti çok iyi bilirler.
​İşte Rahmetli Mahmut’un bu özelliği, o dönemlerde Erzurum’da “okumayı seven” herkese faydalı olmuştur. Önce ayaküstü başlattığı kitapçılığı, seneler geçtikçe profesyonel kitapçılığa çevirdi.
Öyle ki, Erzurum Erzincan Kapı’daki dükkânı mesaiden sonra dolup taşardı her türlü okuyucularla. Bazen öyle dolardı ki, dükkâna ait olan üç-dört sandalyesi dolduğundan, gelenlerin çoğu ayakta kalırdı. Rahmetli Nazif Şahinoğlu ağabeyin geldiği günlerde, bir başka olurdu Mahmut’un dükkânı…
Nazif Ağabey’e sorular sorulur; o da cevap verirdi. Gelen hoca ve öğrencilerin çoğu, “Mahmut yeni bir kitap getirtmiş mi” sualinin cevabı için geliyorlardı. Tabi ki en çok kitap alanların başında Necdet Subaşı gelirdi. Mahmut da, bu muhabbetten zevk alır, İstanbul’da ilk çıkan kitapları Erzurum’a ulaştırırdı. Ve o günlerde gerçekten Erzurum kitaba doydu. Mahmut’un yeri, aynı zamanda bir buluşma, bir mektep mesabesindeydi de…
Kitap okumayı seven öğrenciler orada randevulaşır; hem sohbetten yararlanır, hem de yeni çıkan kitapları öğrenirler; istediklerini de satın alırlardı.
​Rahmetli Mahmut’un esnaftan olan en samimi arkadaşı Sefa Yardımcı idi…
Nitekim beni Sefa ile tanıştıran, Sefa’nın arabasıyla Horasan’a kadar konferansa götürüp geri getiren, Mahmut’tu…
Hayli şen, espri yapmayı seven, yanında bulunanın asla sıkılmayacağı bu Sefa da kim bilir benim gibi ne kadar üzülmüştür Mahmut’un ölümüne…
​Erzurum macerasından sonra Mahmut öğretmen oldu ve tıpkı öğrenciliğinde olduğu gibi, kitapla olan bağını sürdürdü; nerede bir konferans, bir seminer varsa oraya koşmaya başladı.
Bütün bunları yapan sevgili Mahmut, İstanbul’da bir yayınevi de açtı ve dava’ya olan hizmetlerini o şekilde sürdürdü. Ve tabi bütün bunların yanında, ailesini de ihmâl etmeyen sevgili Mahmut, çocuklarını da güzel okutarak, onları da birer münevver olarak yetiştirdi.
Daha çok şeyler yazabilirdim. Ama Almanya’nın bu yağmurlu ve kasvetli havasında, ben de daha fazla kasvet katmayayım diye kısa kesiyorum.
Nur içinde yatın sevgili öğrencim Mahmut ve de Mahmut’un dükkânına seyrek de olsa uğrayan “Dadaş Muhyettin”…

HAYDİN ÇOCUKLAR CAMİYE!

Başakşehir 2 Etap Müderris Halil Hilmi Camii’nde, Sabah Namazı dahil namaz vakitleri çocuklarla cıvıl cıvıl şenlendi. “Haydi Çocuklar Camiye” projesine 60 çocuk kaydını yaptırdı.

Milli Eğitim Bakanlığının, yenilik ve eğitim teknolojileri genel müdürlüğü YEĞİTEK ile Server Vakfı işbirliğinde düzenlenen, şubat tatilini de kapsayan projede ödül, teşvik ve puanlama sistemiyle, çocuklara camide cemaatle birlikte namaz kılma alışkanlığının yerleştirilmesi hedefleniyor.

Çocuklara ‹sabah namazı 10 puan, öğle namazı 5 puan› şeklinde puanlama sistemiyle camide cemaatle birlikte namaz kılma alışkanlığını yerleştirmeyi amaçlıyor.

“Haydi Çocuklar Camiye” projesi 21 Ocak 2019 Pazartesi günü Sabah Namazı ile başlayıp, 31 Ocak 2019 Perşembe günü Yatsı Namazı ile sona erecek.

6-13 yaş arası çocuklar, a-b-c olarak 3 farklı kategoride yarışacaklar. Çocuklar her namaz vaktinde camide namaz kılarak ve kendi kategorilerindeki sureleri ezberleyerek, puan kazanacaklar. Proje sonunda en çok puanı kazanan ilk 3 kişiye, ödül verilecek.

Böyle bir projenin uygulanmasında emeği geçenlere teşekkür ediyorum.