Kudüs’ün fotoğrafları

1800’lerin sonunda ve 1900’lerin başında çekilmiş Kudüs fotoğraflarında şehir, kendi dünyasına çekilmiş bir yer olarak görülür. Mescid-i Aksa ihtişamlı, yalnız ve hüzünlüdür. Şam kapısını ya da şehrin içini gösteren fotoğraflarda Filistinliler kefiyeleri ve fesleriyle biraz Osmanlı biraz da Arap’tırlar. Bu dönemin fotoğraflarına, bir parçası oldukları ölüm döşeğindeki imparatorluğun halsizliği de sinmiştir. Surların dışına kurulan hayvan pazarındayken ya da yine surların dışında atı, merkebi ve devesiyle bir yerlere giderken insanlar hep bir şey düşünmektedirler. Bu yorgun Filistinli bedenlerini bize taşıyıp getiren albümler, sanki bir karşılaştırma yapalım ve tarihin o dönemini daha iyi anlayalım diye, bir başka topluluğun fotoğraflarını da aralara sıkıştırırlar. Bunlar çok azı yerli, büyük kısmı Filistin’e yeni yeni yerleşmeye başlayan Yahudiler ait fotoğraflardır. Sadece objektiflere baktıklarında değil, habersizce çekilmiş fotoğraflarında bile zengin, hevesli ve azimli bir halleri vardır. 1800’lerin sonu ile 1900’lerin başından kalma kartpostallar bu günün ilk habercileri gibidir. Bir yanda yorgun, düşünceli Müslüman ahali durur öte yanda neşeli Yahudiler…

Ama o dönemden kalanlar sadece gamlı Filistinlilere ait fotoğraflar değildir. Bazı kartpostallarda, Kudüs’ü ziyaret etmekte olan Enver Paşa’yı ve Suriye valisi Cemal Paşa’yı Mescid-i Aksa’nın önde birlikte görürüz. Yanlarında Kudüs müftüsü, düşük rütbeli idareciler ve muhtemelen eşraftan birkaç kişi daha. Duruşlarında, tarihin akışını tersine çevireceklerine inanmış bir hal göze çarpar. Bu kadroya, birkaç başka yerde daha, mesela bir okulun merdivenlerinde de rastlarız; arkalarında Türk bayrağı, aralarında ise bu kez birkaç Alman asker durmaktadır. Bunlar Türklerin Filistin topraklarındaki idari hâkimiyetlerinin 400. yılına bir yıl kala çekilmiş son siyasi fotoğraflardır. Bir yıl sonra Enver ve Cemal’in poz verdiği şehre bir başka general, muzaffer bir edayla girecektir. İngiliz ordusu komutanı General Allenby, şehri çevreleyen kapıların birinden içeri girerken, o “tarihi an”ı resmeden fotoğrafta, generalin arkasında bir yerde tam kapının üstünde bir ay yıldız da görülür. Ay yıldızlı bayrak, eskilerde kalmış bir dünyanın her nasılsa duvarda unutulmuş bir hatırası gibidir. Şehrin ve halkın kaderi,  General Allenby’nin gelişiyle birlikte adım adım değişecektir…

İngiliz işgalinin başladığı yıllardan İsrail Devletinin kurulduğu yıllara kadar Kudüs ve Filistin’i resmeden fotoğraflarda şapkalı Yahudi kadınlar, yapılmakta olan yeni inşaatlar, kıyamet vadisinden surlara bakan yine şapkalı çiftler, modern okul binaları ve sevimli Yahudi çocukları adeta resmi geçit yapar. Müslümanlar da dönemi yansıtan kartpostallarda yerlerini alırlar ama bir şey değişmiştir artık: Onları bu kez Yahudi göz, istediği yerde ve istediği biçimde resmetmektedir. Sanki yurdun sahipleri değil de bazı işlerde çalıştırılmak, bazı işler gördürülmek için dışarıdan getirilmişlerdir. Ağlama Duvarına ait fotoğraflar da her yıl bollaşmaya başlar; çocuklar, siyah giyimli din adamları neredeyse daima fötr şapkalarıyla duvarın dibinde durmaktadırlar. 1940’larını gösteren karelerde bazı sokak çatışmalarının ardından İsrail devleti kurulur. Sonraki fotoğraflar İngiliz sömürgesi altındaki bir bölgede değil, Yahudiler tarafından gasp edilmiş bir yerden çekilmiş fotoğraflardır. İçlerinde bolca bayrak, asker Yahudi erkek, İbrani parası ve yine yeni binalar bulunur. Bir de bir havaalanına inen ve her inişinde dünyanın değişik yerlerinden Yahudileri Filistin’e taşıyan uçak fotoğrafları…

Ama 1960’lardan sonra bir şey olur: Filistinliler birden kendileri olarak kadraja girmeye başlarlar. Bu toparlanma ve dönüş hayranlık uyandırıcıdır. Enver ve Cemal Paşaların son bir kez gayrete getirmeye çalıştığı eski şehir ve onun yorgun ahalisi, kendilerine sihirli bir el dokunmuş da cana gelmiş gibidirler. Yaser Arafat bazen kefiyeli bazen askeri elbiseleriyle, hep bir savaş neşvesi içindedir. Arafat’lı yıllar ve sonrasında Filistinliler fotoğrafı çekilen değil, artık kendi fotoğrafını çeken bir halk haline gelmişlerdir; çektikleri karelerle hem bir mücadeleyi hem de İsrail’in sınır tanımaz zulmünü kayıt altına almaya başlarlar. Bu kareler aynı zamanda Filistin’in ve Kudüs’ün belleğidir: Korkunç bir savaş makinesi tarafından yerle bir edilmiş evler, çocuk cesetleri, Yahudi askerlerin işkenceleri ve Müslüman halkın artık korkuyu toprağa gömmüş cesareti. Bir gün Kudüs’ten yeni ve bambaşka fotoğraflar da gelecek. Bir gün mutlaka gelecek. Bunlar sayısız acıyla sınanmış bir halkın zafer fotoğrafları olacak. Çünkü toprak, barbarlara ebediyen yer temin etmez…