Trump’ın Kudüs kararını almadan önce Müslüman toplumları inceden inceye analiz ettiğini söylemeye gerek yok. Her birinden gelecek tepkinin ne olacağı üzerine kafa yorduktan ve ülkesi adına belli güvenceleri garanti ettikten sonra bu adımı attığı muhakkak.
Kudüs şehrinin İsrail’in başkenti olduğuna, ABD elçiliğinin buraya taşınacağına ilişkin karara imza atmadan önce Arap coğrafyasına egemen güçlerden destek aldığı da su götürmez. Batılı ülkeler hakeza.
ABD’deki Siyonist lobiyi tatmin etmek için Trump’ın attığı adımı kendisinden önceki ABD başkanları almış değildi. Bunu ülkesi dahilinde yaşadığı sıkıntılara ve kuşatılmışlığına bağlamak da olası.
Bu coğrafyada kendi halklarını susturmak için çabalayanlar direniş imtiyazını halklara bırakmamak için bu kararı tanımadıklarını ifade edecekler. Ancak kendi ilan ettikleri öfke üzerinden bir tepkiye razı olacaklar. Batılı devletler, Birleşmiş Milletler ve diğer kupkuru teşkilatlar da belki göstermelik bir şekilde benzerini yapmaktan öteye geçemeyecekler.
Şehit olmadan önce rahmetli oğlumla yaptığım son konuşmalardan birinde ondan hiçbir surette eğitimini boşlamamasını, Suriye’de savaş biter bitmez derhal okuluna geri dönmesini talep etmiştim. Cevabı şöyle olmuştu:
“Annem benim! Suriye özgür olduktan sonra görev bitiyor mu? Sırada Filistin var, Lübnan var, Çeçenistan var, Afganistan var. Müslüman coğrafyanın tamamı var. Biz, bu cephede savaş verenler, hepimiz böyle düşünüyoruz.”
O gün anlamıştım ki Suriye devrimi bir kıvılcımdır. Ve bütün dünya bu kıvılcımı boğmak için harekete geçmişse, nedeni çok açıktır. Bütün büyük devletlerin, küresel güçlerin askerleri Suriye’yi işte bunun için mesken edinmiştir. Bunun için bütün dünya onca acıyı sadece seyretmektedir. Mursi, bunun için iktidardan indirilmiştir. Türkiye ve Erdoğan bunun için içerden ve dışardan akıl almaz şekilde kuşatılmaya çalışılmaktadır.
Kudüs’ü çeviren Arap halklarına dönüp baktığımızda manzara şudur: Zaaf, tefrika, utanç ve acziyet.
Suriye’deki muhalefete baktığımızda ne görüyoruz? Kuşatılmışlık, iç çekişmeler, dış müdahaleler ve elbette zor hayat koşullarında ayakta durma çabası.
Ehli Sünnetin evlatları gurbet ellerde yitip gitmişler. Başka gündemlere sürüklenmiş, ümmet coğrafyasında ne olup bittiğini bilmeyen çok kişi var. Birçoğu varolma savaşında. Yine birçoğuysa ya hapiste ya da çoktan toprağa karışmış durumda.
Şianın evlatlarıysa tamamen İran’ın güdümüne girmiş, onun planlarına hizmet etme yarışında. Suriyeli, Iraklı, Lübnanlı ve Yemenli kardeşlerinin kanlarını akıtmakla meşguller. Neymiş? Hz. Hüseyin’in intikamını alıyorlarmış. Yahu, Amerika’nın, İsrail’in ekmeğine yağ sürüyorsun. Bizi birbirimize kırdırıp kendi komplolarını gerçekleştirme peşindeler, anlasanıza!
Filistinliler parça parça olmuş. Bir yandan hıyanetler, bir yandan iç çekişmeler. Arap coğrafyası üzerindeki dört yüz yıllık emellerini bildikleri halde direniş sancağını altın tepsiye koyup neredeyse İran’a hibe edecekler.
Diğer Müslüman halklara gelince, İslam için, Müslümanlar için tasa duyan, gücü kuvveti yerinde olanlar maalesef uzak mesafelerde. Yakında olanlarınsa kendine hayrı yok.
Sosyal medyada konuya dair gelen tepkilere göz attığımızda gördüklerimiz ise şunlar:
Kimileri haklı şekilde İsrail’i işgal kuvveti olarak niteliyor. İran’ın Arap ve İslam coğrafyasına düşmanca tavırlarının farkında. Ancak bu insanların mevcut duruma müdahil olacak gücü yok. Yazmaktan öteye geçemiyorlar.
Kimileri Kasım Süleymani’nin Kudüs Ordusu gelecek diye beklenti içerisinde. Gelir elbet. Suriyelileri bire kadar kırıp işlerini bitirince neden Kudüs’e şöyle bir uğramasın.
Kimileri kırk sene özgürlük vaadiyle tepemize çöreklenmiş Arap milliyetçiliğini kurtarıcı olarak beklemede.
Kimileri 12 senedir Lübnanlılara kan kusturan Hizbullah’tan medet umuyor. Bilmiyor ki onlar sayesinde İsrail kendini epeydir güvende hissediyor.
Kimileri kendi hainliklerini örtmek için başkalarının maskelerini düşürme iştiyakı peşinde. Bilmiyorlar ki insanlar kimin hain olduğunu çoktan farkında. Ne yazık ki ellerinden gelen bir şey yok.
Mevcut durum bu. 2011 öncesi durum da bunun bir benzeriydi. Arap Baharı bize umut verene dek vaziyet beterdi.
Kim hayal ederdi ki Tunus’ta bir işportacı genç kendini yakacak ve bunun neticesinden Arap coğrafyasında domino taşları gibi liderler devrilmeye başlayacak.
Suriye’de rejime karşı ilk tepkiyi veren küçücük çocuklardı. Oyun oynarken duvarlara ilk sloganları onlar yazdı. Sonra tutuklandılar. Onların çektiği acılar bir milleti ayağa kaldırmaya yetti. Bunca acıdan sonra teslim olacağımızı sanmaları ne büyük hata!
Dünyadaki hayatlarımızın sınav olduğuna iman ediyoruz. Görevimiz hakkın, doğrunun yanında saf tutmak. Ne kadar aciz olursak olalım, görevimiz bu! Hiçbir şeyi bu hakkın önüne koymamak, ona ihanet etmemek, asla teslim olmamak. Tavuklar gibi sadece yemek içmek için yaşamamak. Ümmetimizin şerefi için, yükselmesi için yaşamak. Gücümüz yettiğince, neye güç yetirirsek. Can vermeden önce görevimiz işte bu. Allah bizden razı olsun diye, kıyamet günü yanımızda olsun diye.
Karanlık iyice çökmeden şafak atmaz. Evet, şu an koyu bir karanlığın içerisindeyiz. Varsın olsun. Biz şafağa inanıyoruz. Allah’ın yardımına güveniyoruz. Kazanan biz olacağız.