“Filistin Devleti problemi” veya “Kudüs problemi” perspektifinden hareketle düşünce üretiyoruz. Bu perspektifin parçacı mantığının anlamayı zorlaştırdığı ifade edilebilir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. paylaşımı Savaşı kapsamında Filistin 1917’de İngiltere tarafından işgal edildi. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un yayınladığı “Deklarasyon” Yahudilere bir “vatan” kurulmasını vaat etti ve Yahudilerin göç ettirilmesi sağlandı. Filistin 1922-1947 yılları arasında İngiliz manda yönetimi tarafından idare edildi.
Osmanlı topraklarının 2. Paylaşımı Savaşı’nın hemen ardından 24 Ekim 1945’te Birleşmiş Milletler kuruldu. İngiliz Hükümeti, 1947’de Filistin konusunu BM’ye sundu. Bunun üzerine BM’de Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) kuruldu. UNSCOP’a görüş bildiren Arap ve Yahudi temsilciler iki görüş ileri sürdüler.
FİLİSTİN ÜZERİNE GÖRÜŞLER
Çoğunluk görüş Filistin’de bağımsız bir Arap devleti ile yine bağımsız bir Yahudi devleti kurulması üzerinde birleşti. Kudüs şehrinin ise BM’nin yetkili olduğu Uluslararası Vesayet Sistemi altında yapılandırılması önerilmekteydi.
Azınlık görüş ise bir Arap ve bir Yahudi Devleti’nden oluşacak “Bağımsız Birleşik Filistin Devleti” fikrinde birleşmişti. Bu öneride Kudüs, Bağımsız Birleşik Filistin Devleti’nin başkenti olacak, şehirde iki ayrı belediye kurulacak, Araplara ve Yahudilere “Filistin vatandaşlığı” verilecekti. Anlaşılacağı üzere Filistin ve Kudüs problemi Osmanlı’nın parçalanması konusunda Arap karar alıcıların Osmanlı’nın 2. paylaşımı Savaşı’nın ardından BM ile uzlaşmasından doğmuştur.
Gerçekte Arap liderlerin Batı ile Osmanlı aleyhine ittifaklar kurmasına dair tarih çok daha geriye çekilmelidir. 1914 yılının sonunda Sir Arthur Henry McMahon Mısır Yüksek Komiserliği’ne atandı.
ŞERİF HÜSEYİN’İN İHANETİ
Azmi Özcan’ın TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Şerîf Hüseyin” başlıklı maddede de ifade ettiği üzere, 1908’de Mekke emîri tayin edilen Şerîf Hüseyin 10 Temmuz’da Osmanlı Devleti ve hilâfeti için desteğini ilân ederken, oğlu Abdullah vasıtasıyla İngilizlerle tarihe McMahon-Şerîf Hüseyin mektupları adıyla geçen müzakereleri başlattı (14 Temmuz 1915-30 Ocak 1916).
Şerif Hüseyin, Cihad-ı Ekber ilan eden Osmanlı yönetimini desteklemedi ve Hicaz demiryolunun Mekke’ye kadar uzatılmaması için gayret gösterdi. Osmanlı Devleti’ne karşı İngiltere ile iş birliği kararı alındı ve muhtemel Arap krallığının sınırları belirlendi.
İngiltere, Şerîf Hüseyin ile olan müzakereleri sonrasında Mayıs 1916’da Fransa ile Sykes-Picot Antlaşması’na dair görüşmeler yaptı. Suriye’nin Akkâ’dan itibaren kuzeye doğru bütün kıyıları, Adana ve Mersin bölgeleri Fransa, Bağdat-Basra arası ile Dicle-Fırat bölgesi İngiltere çıkar bölgeleri olarak belirlendi.
Şerîf Hüseyin Haziran 1916’da Mekke’de isyanı başlattı. 16 Haziran’da Cidde, 17 Eylül’de Tâif de Osmanlı’nın hâkimiyetinden çıktı. Tarihçiler Arapların isyana topyekûn katılmadığını, aksine Osmanlı safında da yer aldıklarını ifade etse de bu hareket neticesi Hicaz şehirlerinin Osmanlı’nın elinden çıkmış olduğu unutulmamalıdır.
KUDÜS BİZİM MESELEMİZDİR
Müslüman toplumların arasındaki ittihad fikrinin modernleşme sürecinde Batı lehine ittifaklarla yıkılması üzerine Yahudi Milli Konseyi, 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti.
Günümüzde de “Kudüs Meselesi” -aslında buna İsrail meselesi demek icap eder- Arap coğrafyasındaki (Suriye, Irak, Mısır ve Arap Yarımadası ülkeleri) yönetimlerin Batı ile ittifakları neticesi kronikleşmektedir.
Kıbrıs’ın çevresinde 3.5 trilyon metreküplük doğal gaz rezervinin tespit edilmesi, “Doğu Akdeniz’i hangi ülkenin kontrol edeceği” meselesini büyütüyor. Filistin-Gazze, Akdeniz’de kıta sahanlığına sahiptir. Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de saf dışı bırakmak için Yunanistan, Mısır, İsrail, ABD arasında EastMed adı verilen boru hattı anlaşması yapılmıştır.
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynağının büyüklüğü, Çin’in dahi bölgeye savaş gemisi göndermesine neden oldu. Akdeniz’de bölgeye uzak ülkelerin de gönderdiği iki yüze yakın savaş gemisi bulunduğu ifade ediliyor.
Kudüs, adâletin sembolü mü olacak, kapitalist paganlığı mı temsil edecek? Mesele budur.
“Kudüs Meselesi” gerçekte “Türkiye’nin de varlık-yokluk savaşı”dır.