Gelenbevî İsmail Efendi’nin büyük bir ilim adamı olarak yetişmesinde iki âlimin, emeği çoktur. Yasincizâde Efendi’den Arapça ve İslâmî ilimleri; “ayaklı kütüphâne” olarak anılan Mehmed Emin Efendi’den de Fizik, matematik, mantık gibi ilimleri tahsil eder. Eğitimini bitirdiği 1763 yılında açılan, ruûs imtihanını kazanarak müderris olur.
Birinci Dünya Harbi sonunda galip devletler tarafından toprakları talan edilen ve suni olarak onlarca devletçik çıkarılan Osmanlı Devleti; bir avuç Anadolu topraklarına mahkûm edildi. Bu yetmemiş gibi yeni kurulan Cumhuriyet, batılı bir hayat tarzını benimseyenlerce ele geçirildikten sonra toplumu batılıların yaşadığı bir hayat tarzında yaşamaya yönlendirmeye başladılar.
Yöneticiler her vesile ile toplumu, kendi öz benliğinden koparıp, batıya hayran bir nesil yetiştirme gayreti güdüyorlardı. Öyle ki bir ara 1930’lu yıllarda Radyolarda Türk Musikisi yasaklanıp, Batı Müziği çalma mecburiyeti uygulanmıştı.
Toplumun her kesimine, özellikle gençlere, kendi değerlerimizi tanıtıp kendimiz olma çabası içinde olmalıyız. Kendimiz olmadığımız sürece bağımsızlığa ulaşmamız mümkün değildir. Bağımsız bir toplum, bağımsız bir ülke olmanın yolu, her alanda kendimiz olmaktan geçer.
Çocukluğumun bir kesiminde bahçesinde top oynadığımız okula isminin verildiği, kendi değerlerimizden birisini yani Gelenbevi İsmail Efendi’yi sizlere hatırlatmak istiyorum.
Birçok âlim ve bilim adamı gibi yaşadığı dönemde kıymeti pek takdir edilmeyen, çok yönlü bir bilim adamımızdır. Aklî ve Naklî ilimlerin birçoğunda eserler vermiştir.
1730 yılında Manisa’nın Kırkağaç ilçesine bağlı Gelenbe’de doğduğundan dolayı Gelenbevî olarak bilinir. Asıl ismi olan İsmail pek bilinmemektedir. Dedesi Mahmut Efendi ve babası Mustafa Efendi Manisa civarında müderrislik ve müftülük yapmışlardır.
Küçük yaşta babasını kaybeden İsmâil Efendi yetim kalır. Annesinden başka kimse kendisiyle ilgilenmez. 13-14 yaşlarında bulunduğu sırada, hayatının dönüm noktasını oluşturacak bir ikazla karşı karşıya gelir. Bir gün sokakta arkadaşlarıyla birlikte ceviz oynarken baba dostlarından birine rastlar. Bu zat Mahmud Efendi’nin yetimine şöyle seslenir: “Yazıklar olsun sana! Deden, baban büyük âlimdi. Onların yolundan gitmiyorsun da sokaklarda böyle boşu boşuna vakit geçiriyorsun!”
Bu ayıplayıcı sözleri duyan küçük İsmâil çok utanır, derhal oyunu bırakıp ve bir daha sokaklarda görülmez olur. Doğduğu kasabada tahsile başlar. Gençlik yıllarını ciddi bir şekilde değerlendirir ve âdeta kendi kendini yetiştirir ve Gelenbe nahiyesine, vâiz olur.
Gelenbevî tahsilini ilerletmek, büyük ilim adamlarının arasında yer almak ister. Bu maksatla İstanbul’a gider ve Fatih Medreselerine başlar.
Gelenbevî İsmail Efendi’nin büyük bir ilim adamı olarak yetişmesinde iki âlimin, emeği çoktur. Yasincizâde Efendi’den Arapça ve İslâmî ilimleri; “ayaklı kütüphâne” olarak anılan Mehmed Emin Efendi’den de Fizik, matematik, mantık gibi ilimleri tahsil eder. Eğitimini bitirdiği 1763 yılında açılan, ruûs imtihanını kazanarak müderris olur.
Gelenbevî İsmail Efendi hakkında detaylı bilgi bulunan, Dursun Gürlek Hocamızın Ayaklı Kütüphaneler kitabından, iki anektot aktararalım:
PADİŞAHIN ÖFKESİ
Devrin Hükümdarı Üçüncü Selim Han, sık sık top atışları yaptırır ve kendisi de bu merasimlerin bizzat başında bulunurdu. Bir gün Kâğıthane deresinin arkasında ve padişahın huzurunda aynı tören yine gerçekleştirilir. Ancak top mermilerinin hiçbiri hedefe isabet etmez. Devletin parasıyla Fransa’ya tahsile gönderilen bu topçu subaylarının beceriksizliği, Üçüncü Selim’i hem öfkelendirir, hem de üzer. Derken eski topçu okulunun öğretmeni İsmail Gelenbevî çağrılır. Merhum, padişahın huzuruna çıkar çıkmaz derhal kollarını sıvar, matematik yoluyla topun vaziyetini ve istikametini değiştirir. Atış şekillerine ve açılara yeni yön verir. Üst üste üç kere yapılan atışın, üçünde de hedefe isabet ettirilir. Durumdan çok memnun olan padişah, Gelenbevî’ye günlük dört okka pirinç tahsis eder. Ayrıca kendisini Yenişehir Mollalığı’na gönderir.
FRANSIZ MÜHENDİSİN KÜSTAHLIĞI
Gelenbevî İsmail Efendi’nin sahasında ne büyük bir otorite olduğunu gösteren ilgi çekici örneklerden biri de şöyledir: O devirde Babıali’ye bir mühendis gelir. Yanında logaritma ile bir de risale getirir ve çözülmesini ister. Ayrıca “Bakalım, aranızda bunu anlayacak kimse var mı” diye alay etmekten de kendini alamaz.
Fransız mühendis Gelenbevî’nin evine gönderilir. Hocaefendi’nin basit ve perişan kıyafetini, evin dağınıklığını gören mühendis daha da küstahlaşarak: “Filan vakte kadar cevâbını isterim” der ve hiçbir iltifatta bulunmadan evden ayrılır.
Sicill-i Osmânî’nin rivayetine göre, Gelenbevî İsmail Efendi bir gecede logaritma risalesini hazırlar ve Fransız mühendise takdim eder. Böyle bir manzarayla karşılaşan mühendis son derece şaşırır. Zekâsına hayran kaldığı Hocaefendi’nin resmini yapmak ister. Bu maksadla Bâbıâli’de reis Râşid Efendi’nin odasına getirilir. Sırtındaki eski kürk çıkarılarak, o zamanlar devlet adamlarının kullandığı samur kürk giydirilir. Bu sırada Gelenbevî’nin: “Elhamdülillah, kendimi samur kürk içinde gördüm” dediği rivayet edilir.
Fransız mühendis bu sırada o kadar heyecanlanır ki, Bâbıali’de reis efendiye: “Bu adam Avrupa’da olsaydı, ağırlığınca altın ederdi” demekten kendini alamaz.
Not: Van’ın Erciş ilçesindeki trafik kazasında hayatını kaybeden, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’a Allahtan rahmet, ailesi ve dostlarına sabırlar diliyorum. Ruhu için El Fatiha…