Kitle aydını

“Kamu hayatının en randımanlısı ve en göze çarpanı politik faaliyetlerdir.” Ortega y Gasset’ye ait bir cümle bu. Biz bu cümleden, insanların bütün bir tarih boyunca siyasi faaliyetlere gösterdiği ilginin en az iki sebebini çıkarabiliyoruz: randımanlı ve göze çarpan bir alan olması. Ve özellikle bu iki sebep, politikayı kitle aydınının biricik malzemesi haline getirdi. Günümüzün muazzam iletişim teknolojileri sayesinde kitle aydını dünyanın her yerinde altın çağını yaşıyor. Kitle de, arasındaki birlik ve çatışmanın bu aydınlar üzerinden sahnelenmesinden pek memnun! Hatta politik düzenler, sinir harbini de sinir harbini yumuşatmayı da yine bu “kitle aydınları” üzerinden halletmeyi siyasetin yöntemlerinden biri olarak kullanıyor. Televizyonlardaki tartışmalar, sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlar, gazete köşeleri ve salon konuşmalarının “kitle aydını”nın iş sahaları olduğunu söylemeye bile gerek yok. İş de çok! Seçimler, bir siyasinin ağzından çıkmış herhangi bir cümle, küresel ilişkiler, intihar etmiş bir adamın bıraktığı not, boşanmış popüler bir çiftin nafakası, din – dünya ilişkileri, gündem yokluğunda trafik ve eğitim gibi nice başlık kitle aydınının iş malzemeleridir…
Kitle aydını mütemadiyen ideolojik bir giysiyle sahneye çıkar. Bu tarafa ya da öte tarafa aittir. Sahnede kimin nerede duracağı ve neleri söyleyeceği kendisinden önce belirlenip prova edildiği için, o da kendine mahsus zihinsel bir malzemeye pek ihtiyaç duymaz. Enerjisinin önemli bir kısmını “sahneye çıkmak” ve “ sahnede görünmek” üzerine yoğunlaştırır. Ömrü uzun biri, eğer yıllarını mevsimlerin hırgürüne kaptırmamışsa, kitle aydınlarının bütün zamanlar boyunca benzer cümleler kurduklarına, benzer suçlamalarda bulunduklarına, söylemlerinin teferruatı değişse de ana malzemenin hiç değişmediğine pek çok kez şahit olmuştur. Örneğin Türkiye’de Alaturkalık – Alafrangalık; Laiklik – İrtica; İlericilik – Gericilik; Sağcılık – Solculuk; İslamcılık – Kemalizm eksenli tartışmanın özü on yıllardır aynı kaldı ve “kitle aydını” bu tartışmayı büyük bir iştahla devam ettirip bir sonraki kuşağa miras bıraktı. Neden böyle bir tartışmaya maruz bırakıldığımız sorusu, çok az sayıda aklın ilgi sahasına girdi; soru kârlı olmadığı için de bulunabilen cevapların etkisi sınırlı kaldı. Muhtemelen “kitle aydını”nın bir fonksiyonu da insanları doğru soruların yükünden kurtarmaktı. Bu tür bir zihin işleyişinin, politik alanın randımanını düşüreceği aşikardı…
Kitle aydını, pozisyonunun kendisine “hayat boyu” tahsis edilmediğinin farkındadır. Çünkü ilim ya da bir zanaat yoluyla inşa edilmiş bir yere sahip değildir. Bu yüzden, politik atmosferi bir de kendi geleceği açısından gözden geçirmek zorundadır. Hem ait olduğu siyasi mevziin gözdesi olarak kalabilmek hem de halk nazarındaki itibarını korumak için, sürekli her iki yanı da kontrol eder. Kemalizmin inşa edildiği ilk yıllardaki aydınlar, sonrakilerle kıyaslandığında kuşkusuz daha rahat bir hareket alanına sahip idiler. Onlara sadece siyasi mevziin gözdesi olarak kalmak yetiyordu çünkü. Halkın kendileri hakkında ne düşündüğünü biliyor ve hiç de kale almıyorlardı. Milletvekilleri de öyleydi. Tahsin Banguoğlu’nun aktardığına bakılırsa Yakup Kadri, milletvekili seçildiği şehre bir kere bile gitmemişti. Yazarımız bu konuda fazlasıyla açık sözlüydü de: “Mardin’e gideceğime Çankaya’ya çıkarım. Çünkü vekiller orada seçiliyor.” Ama bu halksız siyaset de bir yere kadardı. Çok partili hayat siyasetçiyi Anadolu’ya göndermiş, kitle aydınına da yeni külfetler getirmişti. Külfet şuydu: Halka hem var hem yok gibi davranabilme becerisi göstermek…
Bu gün kitle aydını çeşitlenmiş vaziyettedir. Akla gelebilecek bütün toplumsal grupların “kitle aydını” diyebileceğimiz konuşkanları var. Çok fazla düşünmeden konuşma kabiliyetleri, hüküm verme konusundaki cömertlikleri, tansiyonu yükseltip alçaltma becerileri, çark etmeleri gerektiğinde başvurdukları manevralarıyla hepsi de bir söz panayırının mümessilleri gibidir. Burada ya da dünyanın bir başka yerinde, “günlük hayat”ı kitle aydını olmadan düşünmek artık imkânsız hale gelmiştir. Yine de bunlar, onun hakkında kurulabilecek en masum cümlelerdir. Kitle aydını ister vazifelendirilmiş olsun ister kendini vazifeli addetsin, insanlarla hakikatler arasına fikirmiş gibi görünen ama fikir olmayan sözlerden bir perde çeker. İnsandan, varlığın ham acılarından, siyasetle çözülemeyecek hayati durumlardan koptuğu için de ayrıca bir makine haline gelmiştir. Ama onun her halükarda öylesine cerbezeli bir mevkii vardır ki, bir düşünce adamı olabilmek için yola çıkanlar bile bir noktadan sonra “kitle aydını”nın renkli ve “verimli” sahasına biraz mahcup bir edayla giriverirler. Hiç sıkıntı yok, kitle aydını kerli ferli adamları kendi hizasına çekmekte de çok mahirdir…