Geçtiğimiz hafta genç bir kızın Anıtkabir’i ziyareti sırasında sarfettiği sözler televizyonların, gazetelerin, sosyal medyanın haber açlığını gidermeye yetti. Basında sıkça vurgulandığı gibi “çarşaflı kız” arkasına Anıtkabir’i alarak bir konuşma yapmış, konuşmasını kameraya kaydetmiş, eve gidince de bunu sosyal medya hesabından yayınlama cüreti göstermişti. Genç kızın kamera kaydının hızla yayılmasının ve büyük bir tepki görmesinin nedeni ise, kısa konuşmasının sonunda tasvip edilmeyecek galiz bir ifade kullanmış olmasıydı. Kimilerine göre o kesinlikle bir provokatördü, başka kimilerine göreyse şu tescilli Atatürk düşmanlarından biri. Kim olduğunu bilmiyoruz, muhtemelen cahilliğinin kurbanı oldu. Ama onun bu hatası, insanı ürküten bir başka manzarayı daha ortaya çıkardı. “Çarşaflı kızın” bir video paylaşım sitesindeki görüntülerinin altına yazılan ve her biri Mustafa Kemal sevgisi uğruna yapılan küfürler, insanın kanını donduracak cinstendi. Daha önce bir mesaj silsilesi içinde bu kadar küfür muhtemelen art arda gelmemiştir. Küfürler elbette “aydınlık bir Türkiye” isteyenlerin ağzından çıkıyordu!..
Bazen bir olay bize bir başka olayı hatırlatır. Şimdilerde el üstünde tutulan ve geçmişin “muteber sol yazarı” olarak azizleştirilen Sabahattin Ali, Konya’da öğretmenlik yaptığı yıllarda bir arkadaş toplantısında bir şiir okumuş, şiirde isim vermeden Mustafa Kemal’e ve isim vererek İsmet İnönü’ye hakaret etmiştir. Üstelik Sabahattin Ali “Memleketten Haber” şiirini bir değil birkaç kez okuma gafletinde de bulunmuş, Samet Ağaoğlu’nun deyişiyle “gençliğin verdiği heyecanın” kurbanı olmuştur. Şiirin “her ihtimale karşı” sansürlenmiş ve kısaltılmış hali şöyledir: “Hey anavatandan ayrılmayanlar / Bulanık dereler durulmuş mudur? / Dinmiş mi olukla akan o kanlar? / Büyük hedeflere varılmış mıdır? / Asarlar mı hâlâ hakka tapanı? / Mebus yaparlar mı her şaklabanı? / Köylünün elinde var mı sabanı? / Sıska öküzleri dirilmiş midir? / Cümlesi belî der Enelhak dese / Hâlâ taparlar mı koca …..? / İsmet girmedi mi hâlâ kodese? / Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?…” S. Ali bu şiirden ötürü yargılanmış, 14 ay mahkûmiyet almış, 12 ay cezasını çektikten sonra işsizliğin ortasına salıverilmiştir…
Sabahattin Ali, özgülüğüne kavuştuktan sonra yeniden öğretmenliğe dönmek için Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurur; ancak Bakan Hikmet Bayur ondan artık yola geldiğini, düşüncelerini değiştirdiğini göstermesi için bir şeyler yapmasını ister. S. Ali, bir heykeltıraş olsa, muhtemelen bir heykel yapmayı dener ve mesele nispeten daha az şahsiyet kırıcı bir yolla halledilebilirdi. O, mimlenmiş işsiz bir şair öğretmenin elinden geleni yapar ve şiirle kırdığı gönülleri yine şiirle telafi etmenin yolunu seçer. Hatta özrü hemen anlaşılsın diye, şiirin başlığını bile sağlama alır: “Benim Aşkım.” Benim aşkım şiirini herhangi bir risk taşımadığı için burada olduğu gibi paylaşabiliriz: “Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca / Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor / Beni anlayamazsan gözlerime bakınca / Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor / Daha pek doymamışken yaşamanın tadına / Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına… / Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına / Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor / Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran / Sensin ‘Ülkü’ adıyla beynimde dimdik duran / Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran / Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor / Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye? / Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya / Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye / Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.” Varlık Dergisinin Ocak 1934 tarihli 13. sayısında yayınlanan şu “yoldan çıkmışın yola dönme ikrarı” kerhen kabul buyrulur ve Sabahattin Ali yeniden öğretmenliğe geri döner…
Sadece Mustafa Kemal’in değil, hiçbir insanın küfür yoluyla eleştirmesini tasvip edecek halimiz yok. Ama bir vakitler Sabahattin Ali’nin “geri kabul” için şahsiyetini yerle bir eden bir şiiri yazmaya mecbur kalması ve şimdilerde “cahillikle yaptım” diyerek “geri kabulü”nü isteyen şu “çarşaflı kız”ın uğradığı hakaretler bir kez daha hatırlattı ki; sırtını korunaklı kültlere dayayan ülkelerde “toplu linç” bir gelenektir. Ve bu gelenek, linç etmeye çalıştığı insanın eyleminden çok daha şiddetli, çok daha acımasızdır. Bu tür toplumlarda gönlümüzü kime vermemiz isteniyorsa, gönlümüzü ancak ona vererek göreceli bir güvenlik temin ederiz. Hatırlatmakta fayda var: linç ilkel kabilelerin, uygarlaşmamış halkların bir yöntemidir. Ve belli ki Türk basını 2018’de bile bireylerin mahkemeden önce hadlerinin bildirilmesine aracılık etmekte ve kadim linç geleneği sosyal medya gibi vasıtalarla, daha konforlu şartlarda yerine getirilmektedir. Ya Sabahattin Ali gerçekten de “gençliğinin verdiği heyecana” kapıldıysa ya “çarşaflı kız” söylediği gibi gerçekten de “bir cahillik” yaptıysa!..