Uluslararası ajanslar, haber siteleri, televizyonlar ve gazeteler, neredeyse her hafta “sistemli olarak” Uzak Asya’daki küçük bir ülkeden haberler veriyor. Soğuk Savaş döneminde kitleleri yönlendirmek için gizli servis mutfaklarında özenle pişirilmiş haberleri anımsatıyor hepsi de. İnsanlıktan nasibini almamış Kuzey Kore liderinin, şu distopik yarımada diktatörünün, kutlamasını kahkahalarla yaptığı bir füzenin fırlatılışını izliyoruz bir hafta; bir başka hafta yine aynı adama, kimyasal silah üreten tesislerden birini ziyaret ederken rastlıyoruz. Gelen haberlere bakılırsa tombul ve bodur Kim Jong-Un insanlıktan hiç nasibini almamış biri; en yakın akrabalarını bile türlü işkencelerle öldürebiliyor, halka göz açtırdığı yok, hayat ve ölüm işaret parmağının ucunda duruyor. Küresel masalımızın bu kötü kahramanı, yine küresel peri kızımız olan Güney Kore’nin başına da bela kesilmiş durumda. Sınıra sürekli tanklar diziyor, tatbikatlar yapıyor, gözdağı veriyor. Uygar Güney Kore, her ne hikmetse kendisiyle aynı soydan gelen bu barbar akraba karşısında çareyi biraz daha Batı’ya sığınmakta buluyor…
Bazen de Kuzey Kore’ye girme izni verilmiş bir gazetecinin çektiği fotoğraflar servis ediliyor dünya basınına. Dünya basını tıpkı haberler gibi bu fotoğrafları da hiç aksatmadan, bir görev duygusuyla okuyucularına aktarıyor. Ama fotoğraflara geçmeden önce, yine Kuzey Kore’nin istibdat rejimi hakkında bilgilerimizi canlı tutacak birkaç bilgi notu atılıyor önümüze. Bu bilgi notundan, fotoğrafçımızın ülkede öyle kafasına göre dolaşamadığını, yanına rehber olarak verilmiş gizli servis ajanlarının çizdiği güzergâhtan dışarıya çıkamadığını öğreniyoruz. Söylenmek istenen şu: Biraz sonra Kuzey Kore’den bazı kareler göreceksiniz; bu kareler rejimin müsaade ettiği alanlarda çekildi ama rejimin müsaade ettiği yerlerin durumu bile yeterince iç karartıcı. İnsanlar gamlı, eşyalar eski, sokaklar netameli, yüzler korkuyla mühürlenmiş, neşe ebediyen terk etmiş Kuzey Kore’yi. Sonra karelere geçiyoruz: Kim Jong-Un’un etrafında, ellerinde birer not defteriyle bekleşen yaşlı generaller, bir askeri törenin fotoğrafları, metroda sessizce işine giden insanlar, boş bir alanda oynayan yalnız çocuklar vs. Bütün karelerde, sınırlarının ve korkularının içine çekilmiş, sırtını küresel şenliğe dönmek zorunda kalmış bir ülke resmediliyor…
Kuzey Kore’den ekranlarımıza aktarılan görüntülerde ve çekilen fotoğraf karelerinde Kim Jong-Un’un rütbeli bir yeri var. O her seferinde haberin ya da fotoğrafın merkezine yerleştiriliyor çünkü! Masada oturuşunu, yürüyüşünü, kahkahasını, bir televizyon konuşmasını, eşiyle birlikte yaptığı ziyaretleri sanki kapı komşumuzmuş gibi hiç aksatmadan izliyor ya da izlettiriliyoruz. Bu kısa boylu, şişman ve parlak yüzlü adamın, uygar dünyadan hiç mi hiç nasiplenmediğini her şeyden önce giysileri ele veriyor zaten. Modası çoktan geçmiş kunduralar, kunduralarını bir etek gibi örten bol paçalar, göbeğini saklamaya yetmeyen tek renk ceket ve demode saç stili. Kim Jong-Un’un esvapları da küresel merkez tarafından bir mesaj olarak kullanılıyor. Modadan bihaber, nasıl giyineceğini bile bilmeyen şu biçimsiz adam, yeryüzünün altını üstüne getirmek için hinlik üstüne hinlik yapıyor. Oysa onun façasını düzeltmek, pantolonun paçalarını daraltmak, saçlarını adam gibi taramak, şöyle renkli bir şeyler giymek için öyle uzaklara gitmesine hiç gerek yok. İşte yanı başında bütün bunları maharetle yapan Güney Kore var. Uygar bir teknoloji cenneti, dünyayla uyum içinde, açık ve şeffaf bir ülke. Ama uygarlığın perileri nedense Kuzey Kore liderinin şeytanını bir türlü alt edemiyor, o da en az babası kadar tehlikeli biri…
Neredeyse her hafta bize Kuzey Kore hakkında haberler servis ediliyor. Amerika merkezli bu haberlerin içeriği zaman zaman değişse de niyeti ve mesajı neredeyse hiç değişmiyor. Yüksek batı uygarlığı, şeytan taşlama merasimi için seçtiği bu Uzak Asya putunu bütün dünyaya taşlattırmak istiyor belli ki. Hepimiz, elbirliğiyle, insanlığın başına musallat olmuş şu iblisten pekâlâ kurtulabiliriz! Hem Kuzey Kore halkı da tıpkı Güney Kore halkı gibi uygar dünyanın bir parçası olmayı hak etmiyor mu? Düşünün, ülkenin bir yarısı pirinç tarlalarında, toprak işlerinde, inşaatlarda, kötü devlet dairelerinde heder olup giderken, öbür yarısı bir teknoloji cennetinde yaşıyor; Kim Ki Duk filmleri, robotlar, ardı ardınca açılan kiliseler. Biz de bütün saflığımızla bir kuzeye, bir güneye bakıyoruz, bir felaket kuzeye bir asude güneye. Sırtı zorbalıkla batıya döndürülmüş bu çaresiz halka doğal olarak biz de acıyoruz. Elbette Kuzey Kore’de bir diktatörlüğün olduğunu yok sayacak değiliz, ama onun çaresizliğini bize kolajlanmış haberlerle seyrettirenler de bir başka dünyanın tiranları. Ve hepimiz biliyoruz ki kendini bütün dünyaya kapatarak koruyacağını zanneden şu küçük ülkenin aslında bir sıkımlık canı var…