Bazı insanlar “durmuş saat” gibidir. Fakat “durmuş takvim” gibi olanını yeni yeni tanıyoruz. O kişi Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu mikrofonu eline geçirdiği her fırsatta, “durduk yerde Esad’ı düşman ilan ettik” diyor.
“Durduk yerde…” Her fırsatta, aynen böyle diyor…
Sanki 2011 yılına kadar Türkiye, Beşşar Esed’i, babası Hafız Esed’in baasçı yolundan çıkartıp demokratik bir yola çekmek için çaba harcamamış, Beşşar Esed bütün bu çağrıları reddedip Hama katliamcısı olarak bilinen babasının yolundan gitmekte ısrar etmemiş gibi… Sanki Esed demokratik bir seçime yanaşmış, insan hakları konusunda adım atmış, Suriye halkının meşru demokratik taleplerini karşılamış gibi…
Suriye’nin Dera bölgesindeki 12-13 çocuk bir duvar yazısı yazdıkları için günlerce işkenceye maruz kalmamış gibi… O çocukların aileleri baskıya uğramamış gibi… O çocukların bırakılmasını isteyen on binlerce insan Şam, Lazkiye, Humus, Banyas, Hama, Kamışlı ve Halep’te eylem yapmamış gibi… O eylemcilerin haklı isyanı şiddetle, silahlarla, kurşunlarla ölüm kusarak bastırılmak istenmemiş gibi…
Beşar Esed, Kuzey Afrika’daki halk uyanışlarıyla başlayan Arap Baharı’nın kendi sonunu getireceğine hükmetmemiş, saltanatını korumak için Suriye’nin tamamını ateşe atmamış, gerekirse Suriyelilerin tamamını temizleyip butik bir Nusayri devleti kurmayı kafasına takmamış, küçük olsun benim olsun kafasında bir politika izlememiş gibi… Reformist bir lider olmak yerine zalim bir lider olmayı tercih etmemiş gibi… Halkının meşru taleplerini karşılamak yerine büyük katliamlara girişmemiş gibi…
İşte Kılıçdaroğlu’nun “durduk yere” dediği şey bu… Kılıçdaroğlu sadece “akıl tutulması” yaşamıyor, aynı zamanda “takvim tutulması” yaşıyor. Tarih durmuyor, zalim durmuyor, katliamlar durmuyor, Ortadoğu’da kan durmuyor, ama Kılıçdaroğlu’nun takvimi duruyor! Kılıçdaroğlu’nun takviminde yaprak kımıldamıyor.
Esed artık “konuşulamaz” bir adam haline geldiği için Türkiye’nin Suriye politikası 180 derece değişti. Ve fakat o tarihten sonra CHP’nin Suriye politikası da 180 derece değişti.
Türkiye 2011’e kadar Esed’i reformist bir lider olmaya zorlarken bu ikili ilişkileri eleştiren CHP, Esed zalim bir lider olmayı, terör estirmeyi tercih edince kendi milletvekillerinden oluşan heyetler gönderip yan yana fotoğraflar çektirmeye başladı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Esed sanki hiç kimseyi katletmemiş, ülkesini bir iç savaşa sürüklememiş, Suriye halkının meşru, demokratik taleplerini hiçe saymamış ve hatta o meşru taleplere tanklarla, uçaklarla, bombalarla, silahlarla cevap vermemiş, azgınlığını, kudurmuşluğunu daha da ileri götürüp Türkiye’nin uçağını düşürmemiş gibi, “durduk yerde Esad’ı düşman ilan ettik” demekte ısrar ediyor.
Demek ki, Kılıçdaroğlu’nun kullandığı takvim 2011’de sona eriyor. 2011 sonrasında yaşanan hiçbir şey yok o takvimde… 2012’de sona eren Maya takvimi gibi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun takvimi de tarihin bir döneminde, 2011’de son buluyor.
Aslında, insanlık söz konusu olduğunda CHP’nin takvimi her gün daha da geriye gidiyor…
Örneğin, göçmenlerle ilgili olarak “Suriyelilerin daha maliyetlerinin farkında değiliz. Yarın göreceksiniz bu insanlardan yeraltı dünyasının önemli aktörleri çıkacak. Bütün düzenimiz bozulacak” sözlerinden anlaşıldığına göre, CHP’nin bu konudaki takvimi Tek Parti döneminde sona eriyor. Bugünün CHP’si, tıpkı “Milli Şef” döneminin CHP’si gibi, cehennemden kaçıp Türkiye’ye sığınan insanları yeniden cehennem çukuruna geri göndermeyi savunuyor.
Malum; 1944’te, Milli Şef (İsmet İnönü) döneminde, CHP, Azerbaycan’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan 146 Azeri aydını Stalin’e geri iade etmiş ve o insanlar sınırın hemen öte yakasında kurşunlanarak öldürülmüştü. Bu olay, tarihe, “Boraltan Köprüsü Vakası” olarak geçmişti.
O olaydan sonra şu ağıt yakılıyor:
“Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.”
Kılıçdaroğlu, herhalde, tarihe yeniden Türkiye adına utanç vesikası olan böyle bir ağıt ‘kazandırmak’ istiyor.
Esed, bu çağın Stalin’i Putin’den destek alarak katliamlar işlerken, Kılıçdaroğlu da “milli şef”in ruhundan cesaret alıp “mültecilerin hepsini geri gönderelim” diyebiliyor.
Başrolünü Tom Cruise’un üstlendiği “Azınlık Raporu” diye bir film var. Filmde, bazı insanların gelecekte mutlaka suç işleyeceklerine inanılıyor ve söz konusu o insanlar daha suç işlemeden “etkisiz” hale getiriliyorlardı. Kılıçdaroğlu’nun politikası da bu şekil; kafasındaki “göçmen raporu”nda göçmenlerin ileride mutlaka suç işleyecekleri ve şimdiden “etkisiz” hale getirilmeleri öngörülüyor.
Bu politikanın Avrupa’daki yabancı düşmanı hareketlerden, liderlerden bir farkı yok. Bu bağlamda, Kemal Kılıçdaroğlu ile “Mültecilerin varlığı Hristiyan köklerimize tehdittir” diyen Macar Başbakan arasında bir fark yok. Guardian gazetesi, Macaristan Başbakanı Viktor Orban için “AB, Korkunç Orban’a karşı tavır almalı” diyordu. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, nefret politikalarını meşrulaştırmak isteyen Kılıçdaroğlu’na karşı da tavır alınmalı.
Çünkü bir ülkenin anamuhalafeti teorik olarak iktidar partisinin alternatifi ise, alternatifimiz “ırkçılık” ve “yabancı düşmanlığı” demektir. Başka bir deyişle, alternatifimiz, zihninde Hitler, Stalin, Milli Şef besleyen bir adamdır. Ve bu, elbette bir alternatif değildir.