Edebi çağrışımların birikimiyle gitmeyi hayal edip de ertelediğiniz mekânlar vardır. Kiev benim için işte öyle mekânları barındıran şehirlerden biri. Yerleşime biçimini kazandıran Dinyeper Irmağı, kestane ağaçlarıyla çevrili Kreschatik Caddesi, Gogol’un, Bulgakov’un cümlelerine ilham veren yumuşak sert tabiatı… Çok uzak değil, nasılsa gidilebilir günün birinde. Mülteci ve evsiz kadınlar hakkında konuşmaktan daha iyi bir vesile olabilir mi? Kiev Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Ender Korkmaz aradığında, zamanın geldiğini düşündüm.
Evsizlik öncelikle kadınların hayatını tehdit ediyor, kırda ya da kentte, kendi yurdunda ya da gurbette. Yunus Emre Enstitüsü bu nedenle 8 Mart vesilesiyle “mülteci ve evsiz kadınlar” konulu bir konferans düzenlemeye karar vermiş.
Ender Bey, konferansa ilaveten program kapsamında çeşitli mülteci mekânlarında çektiğim fotoğraflardan bir sergi açmayı da teklif etti. Arşivimdeki fotoğraflardan bir seçme yaparken, bu fotoğrafların çekildiği şartlarda yanımda olan ve daha sonra “Fotoğrafta Ayrı Duran” öykülerini yazarken desteğini gördüğüm kişileri minnetle hatırladım: Serdar Yakar, Mustafa Gültekin, Peren Birsaygılı Mut, Gökçe Değirmen, Büşra Bulut, Ümit Aktaş…
Evsizlik gaybi olduğu ölçüde somut felaketlerin getirdiği bir sonuç. İlk kitaplarımdan biri, Peter Berger’in “Homeless Mind” tanımına atıfla “Modernizmin Evsizliği Ailenin Gerekliliği” başlığını taşıyordu. Frankenstein örneğinde gotik romana, gaybi evsizlik halinin metaforu olarak yer vermiştim o kitapta. Bir kadının kendini evsiz hissetmemesini sağlayacak yetiştirilme şartları nasıl düşünülmeli? Türkiye’nin Ukrayna Büyükelçisi Yönet Can Tezel, konferanstan önce yaptığı konuşmada kadınları zayıf düşüren ve kadın varlığının kendi kendisini de sınırlı algılamasına sebep olan tarifleri yeniden düşünmeye çağırdı.
Ben ise çağrışımlara dayalı konuşmamda farklı evsizlik durumlarına özgü örneklere ağırlık verdim ama elbette her şeyden önce mülteciliği oluşturan siyasal ve ekonomik şartların da bir tasvirini yapmak gerekirdi.
Bütün dünyada evsizlerle ilgili rakamlar her zaman boş ev sayısının çok altında. Evsiz nüfus içinde kadınların oranı belli belirsiz, evsiz fotoğrafları arasında da… Evsiz düşmüş kadın sağlam bir himayeye erişemediğinde ya ölüme ya fuhuşa terk edilmiş oluyor çünkü.
Kültürün dilinin erkek egemen olarak nitelendirilmesinin başlıca sebebi, savaşlarda erkeklerin ölmeye ve öldürülmeye mecbur kalması. Kadınların maruz kaldıkları, savaş sahnelerinin gerisinde gerçekleşir. Yaşanan vahşetin utancı genellemelerin perdesi altında kaybedilir zamanla. Sonra da Marie Claire dergisinin “gerçek ve hür kadının” dergisi olduğuna inanmamız beklenir. Katı olan her şeyin buharlaşması sürmeli çünkü.
Kültür, kadınlar için evi ikinci bir deri gibi oluştururken savaş ve kapitalizm bu deriyi kadınların varlığından beklenmedik bir anda çekip sıyırıyor. Modern çekirdek ailenin konutu kadınlar için nasıl oldu da cinnet üreten mekânlara dönüştü? Kadın emeği, kadın ve erkek arasındaki velayet ilişkisi, kız çocuklarının vakarla yetişmesi, mahremiyetin kamusal alana savrulması, rızk ve helal kazanç gibi daha pek çok başlık var konuşulması gereken… Konferansın ardından fotoğraf sergisinin açılışı yaptık ve yeni tanışmalarla birlikte eksik kalan başlıkları açmayı sürdürdük. Gagavuz edebiyatçılar İrina Pokrovska, Oleksandr Kuchma, Tudora Arnaut; genç Türk dili öğrencileri Asya Olga, İnesa, Cennet Beibudova… Daha farklı ne yapılabilir, acilen neler yapılmalı…
Savaş yüzünden ortaya çıkan iç göç Ukrayna için ciddi bir problem hâlihazırda. Ender Korkmaz’dan kışı bir hayli ağır geçen Kiev’de mültecilerin gece barınması için tahsis edilmiş mekânlar olduğunu öğrendim, ama bu mekânlar yeterli olmayabiliyor. Doğu’daki ayrılıkçı güçlerle sürmekte olan çatışmalardan dolayı yaklaşık 2 milyon Ukraynalı evlerinden ayrılarak Batı’ya doğru göç etmiş durumda. Gerek uluslararası yardım kuruluşları gerekse İHH’nın da dâhil olduğu Türk yardım kuruluşları, aralarında önemli bir orana sahip Müslüman Kırım Tatarının da bulunduğu mültecilere çeşitli yardımlarda bulunuyorlar.
Kiev’deki birçok evsiz, geceleri Sovyet döneminden kalma derin metro istasyonlarında geçiriyor. Örneğin 102,5 metre derinliğiyle dünyanın en derin metro istasyonu olan Arsenalna Metro İstasyonu’nda her gece burayı mesken edinen evsizlerle karşılaşabilirsiniz. Ne var ki bu sığınaklara rağmen donarak ölen evsizler eksik olmuyor.
Onlara tren istasyonlarında, metro çıkışlarında, iskelelerde, pasaj girintilerinde, parklarda ve köprü altılarında rastlayabilirsiniz; bazen de ancak çaba göstererek keşfedersiniz sığındıkları izbelerde.
Bazen de hiçbir yer ev olamıyor anne kadına, büsbütün ortada kaldığında. 1990’larda Tuzla (ya da Gebze) taraflarında yaşandı bu olay: Kocasından ayrıldıktan sonra babası onu ancak çocukları olmadan evine kabul edebileceğini belirtti. Gidebilecekleri hiçbir yer yoktu. Çocuklarını bağladı bedenine, birlikte denize atladılar. Çocuklarıyla birlikte sığınabileceği tek yerin ölüm olması ne acı!
Fevziye Sudki (1952), Kudüs’te, Şeyh Cerrah Mahallesi’nde bulunan evinin sahte evraklar, türlü entrikalar ve tehditlerle elinden alınmasıyla birlikte evsiz kaldı. Kocası, 2008’de onları evlerinden atmak üzere gece yarısı içeri giren elli kişilik bir birliğe direnirken geçirdiği kalp kriziyle vefat etti. Kocasının vefatının üzüntüsü sürerken evini gören boş bir arsaya çadır kurdu Fevziye Hanım. Kış ortasında çadırsız kaldığında ise bir sandalyeye oturdu, başının üzerine ise bir şemsiye yerleştirdi, ayrılmadı yerinden. Hikâyesi uzun ve karışık. Evsizliği mazbut bir kadını direnişçiye çeviriyor Sudki örneğinde, mücadelesinde yerleşiyor evi elinden alınan, direniş sebeplerinin kazandırdığı güçle.
Ve elbette gurbette bir çatı arayışına düşen mülteci kadınlar zorlu bir imtihan konusu. Ev sahibi kira yerine evin genç kızını istiyor, böyle örnekler var. Tuz kokmuşsa ne yapılabilir? BM Barış Gücü’nün 2017’de Haiti’de 200 kadın ve çocuğa yiyecek ve ilaç yardımının cinsel istismar karşılığında verildiğine dair haberler yer aldı medyada.
Türkiye büyük bir mülteci nüfusunu ağırlamaya çalışıyor. Şanslı mülteci kadınlar çadır kentlerde, konteyner kentlerde hayata tutunmaya çalışıyor. Bir kısmı mahallelerin iyilik ağlarında yuvalarını yeniden kurmaya başladı. Komşular whatsapp gruplarıyla haberleşip mülteci adreslerine koşuyorlar.
Bir mülteci kampında yaşayan İdlipli genç kızın hayata tutunma mücadelesine yıllardır şahit oluyorum. Babası, köyleri işgale uğradığında öldürmeye çalıştı kızını, tecavüze uğrar korkusuyla. “Kızlarınızı öldürmeyin“ mealindeki ayet en zor anlara hazırlamalı değil mi… Savaş işte böyle bir felaket, insanları en ilkel korkularına savuruyor. Baba öldürüldü Baas güçleri tarafından, aile Türkiye’ye iltica etti. Büşra Bulut, tecavüze maruz kalmış kadınların yaşadığı İdlip’teki kampa gitti üç yıl önce, bir belgesel için. Yapamadı. Onları dinledi ve geri döndü. Felaketi uç noktalarda yaşayan insanı konuşmaya çağırdığınızda, sadece dinleyebilirsiniz. Onlara yapılacak iyiliğe ise Reyhanlı’da tanık oldu Büşra: Konfeksiyon atölyesi gibi iş ortamları olağan hayata dönmenin yapıcı basamaklarını sağlıyor yaralı kadınlara.
Mülteci kadınlar evsizlik olgusunun görünür görünmez kahramanları. 8 Mart dolayısıyla Suriyeli kadınların başlarına gelen felaketleri dünyaya hatırlatan Vicdan Konvoyu’nun, bu felaketleri geniş bir platformda ele alarak gündemde tutması ne iyi olurdu!