Kemalizm gurmesi

Tavanı izliyorum, görmek istemediğiniz şeylerden kaçmak istediğiniz zaman gözlerinizin Hira’sı göğe yakın olan tavanlardır. İnsan en hızlı gözleriyle kaçar ama yine en hızlı gözleriyle yakalanır. Vardır hepimizin kursağında inatçı düğümler, deryayı yutsanız o düğümü yerinden oynatmaya ikna edemezsiniz.

İlkokuldayım daha doğrusu ilkokuldayız ikiz kardeşimle. Okula giderken ayakkabı tekini giyinir gibi onu da kalbime giyinerek gidiyorum, o da beni. 80’li yıllar oksijen tüpümüz hayallerimiz benimki bitince onun hayallerinin dibini sıyırıyorum.

Zaten o zamanlarda deniz diğer çocuklarındı biz de dip balığıydık. Babam ilahiyat mezunu imamdı. İmam!

O zaman da imamlara ölü hijyeninden sorumlu memur olarak baktıkları için biz çocuklara daha afilli harflerle bunu diğerlerine nasıl anlatabilirizin tasası düşüyordu. ‘Babam camide müdür’ diyordum, şu anda isimlerini hatırlamasam da garip bakışlarını hatırlıyorum.

İkiz kardeşim arkadaş bulma konusundaki başarısını sessizliğiyle taçlandırmışdı lakin ben ev ile okul arasında anlamlandıramadığım tramvatik saklambacın ebesi olmuştum.

Hayat bilgisi niye bize karbondioksit solutuyor ve “diğerleri” oluşumuzu beslenme çantamıza sokuşturuyordu. O zamanlar borcamlarına kısır doldurup gelen veliler kadrolu laklakçılardı. Eğitim kek kalıpları ve öğrenilmiş savrulmalar arasında yeşilliği olmayan salata tabağıydı.

O zamanlar öğretmenimiz imam çocukları olduğumuzu bildiğinden midir nedir bilmiyorum bize 10 Kasım, 23 Nisan, 29 Ekim gibi günlerde şiir okuma görevi vermez, sadece Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersinde dua okuturdu. İslam’ın şartını biliyor oluşumuzun ödülü(!) ayrıştırılan kısır taneleri oluşumuzu tattığımız o ilk gündü. Bunu kendime soruyor oluşum iç sesimi hoparlöre vermeyeceğim düşünceleri de kalbime yığmaya başlamıştı.

Sonra ne mi oldu?

Biz sadece imam çocukları olduğumuz için ‘Bunlar Atatürkü seviyor mu acabağğ’ diye sürekli sınanan, göz süzülen, kafasına fikirden çok parfüm sıkılmış yürüyen sınayıcıların kınadığı olduk.

Düşünsene hiçbir şeyden haberi olmayan çocukları göbeğinden rol çalan kafataslarıyla, fişliyorlardı.

Bunu niye yaptıklarını anlamaya başladığımda kendimi sevmeye başlamıştım çünkü bu aşağılık sistemden öğretmen değil veli muhtarlarının olduğu kısır tabağından fikren mezun olmuştum.

Birincisi sürekli sınanıyor oluşunuza verdiğiniz tepki Ata’ya düşmanlıkla modifiye ediliyor çünkü size hakaret etme konforunun değirmeni burada dönüyor. Siz öğütülen olmak zorundasınız. Hayatım boyunca kimseye düşman olmadım lakin birilerini buna ikna etme zorunda oluşuma kimse beni ikna edemez.

MUSTAFA KEMAL, KEMALİST MİYDİ MESELA?

Kemalizm bir ideoloji değildir. Kemalizm büyük bir ticarethanenin veresiye defteridir. Ne kadar yazdırırsanız ve ne kadar kullanırsanız o kadar borçlu hissedersiniz kendinizi.

Sizi borçlu kılarak zengin eden tacirlik! Kemalizm,bu milleti daha fazla nasıl avanak yerine koyarım sorusunun av ağıdır. Ne kadar yakalarsanız o kadar döndürürsünüz o çarkı.

Peki bütün bunları niye yazdım. Geçen hafta bir ilkokulda 10 Kasım töreni sırasında çocukların yere kapanışını gördüm. İşte bu görüntüyü gördükten sonra yazının başlığını ‘Kemalizm Gurmesi’ koymaya karar verdim. Gurmelik tadı şahsileştirmenin tezgahdaki sözlüğüdür.

“Onların istediği gibi tapmazsan düşman oluyorsun, acı bir örnek o görüntüler. Kemalizm gurmeliği böyle bir şey… Onların damağına uygun seveceksiniz. Çocukların geçmişteki büyüklerine Fatiha okuması yetmez. Daha fazla o tadı nasıl alabilirizi görmek için onlar çiğneyecek sen yutacaksın…

İşte Kemalizm budur!