Cenazesi bir grup vatansever öğrenci tarafından kaldırılan istiklal şairimizin bu dünyada nasıl yaşadığına dair hiçbir karanlık nokta yoktur. Buharalı bir hanımla Kosovalı bir adamın izdivacından dünyaya gelen küçük Ragif, yani şu Fatihli çocuk, ismi zor söyleniyor diye arkadaşları tarafından Akif diye çağrılacak ve ömrü boyunca hep bu ismin aydınlığıyla çıkacaktır insanların karşısına. Daha buluğ çağındayken baba ölmüş, evleri yangında kül olmuş, çabucak hayata atılmak için okulunu değiştirmek zorunda kalmış ve mektep biter bitmez hemen memuriyete başlamıştır. Doğunun, erkeğin duygularını saklamasını telkin eden geleneğinden ötürü, dönemin pek çok ismi gibi Akif’in de gençlik çağındaki bu sıkıntılar sırasında neler hissettiğini, kaderiyle konuşurken dilinden hangi kelimelerin döküldüğünü hiç bilmeyiz. Şairliğinin ilk dönemlerinde yazdığı binlerce mısrayı da yok etmiş, kaleminden geriye yalnızca ‘büyük sözcü’lüğünün kayıtları kalmıştır. Hayatı, bir güreşçinin hayatıdır: İmparatorluğun kaleleri düşerken, kendini sisler içinde umutsuzluğa terk eden Tevfik Fikret’e de, olup biteni sevgili İstanbul’undan anlamaya çalışan Yahya Kemal’e de, sanatına kurşun yarası bulaştırmayan Haşim’e de benzemez. Bir dil kartalıdır Akif; muhataplarına mektubunu bizzat kendi eliyle götürmüştür…