Sevgili Ahmed Cevdet Paşa,
Sen memleketime geleli, yüz elli seneden fazla geçmiştir. Daha doğrusu, yüz elli altı sene. Ben de en azından kırk yıldır sana bir arz yazacaktım, bugün yazarım, yarın yazarım, zaman geçti. Beş ay kadar Devlet-i Aliyye’nin müfettişi olarak bu Bosna ve Hersek Vilayetinde kalmışsın, bir taraftan bizi olduğumuz gibi anlamışsın, bulunduğumuz durumu da, kültürümüzü de kavramışsın, bir taraftan da vilayetimize düzen getirmişsin.
Ne diyeyim, bu kadarına da müteşekkirim, ancak biraz daha uzun süre kalsaydın diyorum, hani anlıyorum, merkezde de bin bir sorun var, artık Boğaz’da hasta var diyorlar, eşin de sürekli bir şeyler için şikâyetler yağdırıyor, konumuna layık bir ev satın almanı istiyor, çocuklar da İstanbul’da… Bir de fitnekarın biri sana iftira atmış, eşinin kulağına fısıldamış, yüz elli sene sonra ben bile yemin edebilirim ki bunca iş arasında, yazdığın bu kadar evrak arasında, Bosna hatunlarına alıcı gözü ile bakmaya vaktin olmazdı. Beş aycık kalmışsın ve bu kadar iş yaptın…
Boşnak Müslüman, Katolik, Ortodoks halkın temsilcileriyle görüşmeler, aralarında uzlaşmanın sağlanması için gayretler, bir de komşu bölgelerden gelen kışkırtılar, bir de asker meselesi ve en kötüsü yerli zenginlerin kanuna da ahlaka da dine de aykırı, kendi ödemek zorunda oldukları vergileri fakirlere ödetmelerini düzeltmen gerekiyordu… Allah senden razı olsun sevgili Ahmed Cevdet Paşa, fakat sen gideli her şey eskisi gibi oldu.
E, madem kırk yıldır sana yazmak istiyorum, niye şimdiye kadar bekledim diye soruyorsun. Editörüm de aynısını söyleyecek, dergiye bile son anda yazılarımı gönderiyorum. Dilim sivri, elim ağır, kafam karışık, bir de eleştirirken kimseyi kırmama prensibine uymaya gayret ediyorum, ha bir de en önemlisi, Tezakir’inde ve Mektuplarında yazdıklarına göre bir şeyin değişmesini, iyiye gitmesini bekliyorum, güzel haber vereyim diye bekledim.
Sutorina bıraktığın gibi sorun. Papazlar da aba altından kendi cemaat mensuplarını devlete karşı kışkırtıyorlar. Eskisi gibi haydutlar, ayaklanmalar falan yok. Siyasi yöntemler uygulanıyor, parlamenter sisteme geçtik. Gördüğün her kasabanın meclisi var, vekilleri var. Şehirler kantonlaşmış, hükümetleri bile var! Seçimlerden sonra iktidar için partiler arası uzlaşmaya varıncaya kadar, milletin canı çıkıyor. Bir önceki iktidar partileri gündemdekinin işini bozmak için hekimlerin, polisin, ulemânın, kadıların maaşlarının ödendiği Kanton bütçesine itiraz ediyor, hani Anayasa Mahkemesine inceletiyor. Mahkemenin kararı beklenirken faturalar hiç beklemiyor, deli gibi artışlarla, zamlı bir şekilde geliyor…
Sen o zaman faizleri yarıya indirmişsin, şimdi ev için, araba için, mobilya için krediler alınıyor, bir de millet biraz maymun iştahlı oldu… Şahsi düzeyde, yoksa yollar falan yapılmadı. Ayıptır söylemesi, sen eşine yazdığın bir mektupta Tuzla yolundan şikâyet ediyorsun, inan ki, pek çok değişiklik yok. Yani, biraz zamana ayak uydurdular, ama kötü mü kötü. Şimdi tekrar bazı sözler var, otoban yapılacakmış, bakalım…
Senin sözlerin: ‘Boşnaklar böyle hüsn-i ahlak ashabı olmalarıyla beraber mütedeyyin ve musalla ve tammü’l-i’tikaad âdemlerdir. Ulemaya dahi hürmetleri ve şer’-i şerife ri’ayetleri ziyadedir.’ Hala geçerli. Meclis dışarı. Meclis içeri söz konusu olunca, dengeler değişir. Alttakiler o kadar küçük, o kadar çok ki görülmez oluyorlar. Anladım şimdi.
Kusura bakma sevgili Ahmed Cevdet Paşa, senin makamın mevkiin belli, ben de sana sen diye hitap ediyorum. Terbiyesizlikten değil, sevgiden, sana duyduğum yakınlıktan sana sen demeye karar verdim. Bir de beni, yani milletimi anlamışsın, madem anlamışsın seni bizden sayarız. İnan ki ben bile bazen senin kadar bizi anlayamam… Bu zekâ meselesi değil, zekâ konusunda sorunum yok, ölçmüşler, yeter, bir kadın için artar bile derler, galiba bu duygu meselesi. Kendime itiraf etmek istemiyorum bazı şeyleri.
Şimdi sebeb-i telife döneyim, geçen hafta kaynana oldum. Kayınvalide kavramının tercih edildiğini biliyorum, daha nazikmiş, ancak mizacımda öyle baskın bir kaynanalık var ki… (İnşallah bu kaynanalık gelinime yönelik olacağına, kendime ve topluma yönlendiririm). Neyse, hep de bu konuda sana yazmak istemişim sevgili Ahmed Cevdet Paşa. Gençlerimiz hâlâ kendilerine eş seçiyorlar, görüşüyorlar, konuşuyorlar, evliliğe gelince, aynı sorun…
Bir taraftan gösterişli düğünler, gelinlik damatlık yüklü masrafları, biraz da işsizliğin payı var, fakat sen gideli gençlerin dünya evine girmesini destekleyecek ne müfettiş, ne bakan, ne de başkan kalmış. Millet dizilerle kafayı bozmuş, bir dizi kafa! Merkezdeki duruma karışmam ama bizimkiler biraz gösteriş peşinde, dolayısıyla evde kalıyorlar. Düğün olacak, ev olacak, dayalı döşeli olacak, beyaz eşya hem markalı hem de rengârenk olacak… Bir de ebeveynler bütün bunları bir araya getirdiklerinde azıcık bir anlaşmazlıktan dolayı ayrılıyorlar. (Benim başıma gelmesin diye bu eleştiriyi önceden yazmadım, anlarsın).
Sen de zamanında: ‘Ber-vech-i bala âşıklık yolunda pek çok kızlar sühulet ile koca bulurlar ise de mu’teberan-ı ahaliden bazılarının böyle kaçırma yolunda kızlarının tezevvücü güçlerine gittiğinden düğün yaparak kızlarını tezvic ederler. Lakin servetleri dahi biter ve bazılarının kızları kocaya varamayıp evde kalır. Binaen-aleyh sırma işlemeli ve ağır bahalı melblisat ile zaid düğün masrafları yasağ edildi’ diye yazmışsın.
Vallahi sayende Devlet-i Aliye çok iyi yapmış, pahalı gösterişli düğünleri yasaklamış, biz de yüz elli küsür sene sonra bu senin yasağına uyduk. Yani, oğlumuzla gelinimiz senin bu görüşlerini çok makul buldu da ona göre, yoksa çocukların isteğine itiraz etmek zor. Bizimkilerden şikâyetim yok, gelinime kaynanalık yapmam, şikayetim dizilerden örnek alanlara yönelik. Toplumsal kaynana olmaya karar verdim. Yani, ne yaptım dersin, beş ay zarfında ne yapabildim ki…
Bizi fabrika ayarlarına getirdin, yeter. Allah senden razı olsun sevgili Ahmed Cevdet Paşam. Nankör değilim, ancak sana benzer biri olsa da gelse…
Zamanımıza lazım.
Kaynanadan Ahmed Cevdet Paşa’ya mektup
