Ramazan ayı bana şöyle gelir: Bildiğini sandığın her şeyi başka türlü öğrenmek üzere en başa dönüyorsun. Kendini indirgeme fiziksel olanla kalbi olan arasında bir uyum halinde gerçekleşiyor. Bir şeyler süzülüyor bakışımızda, inceliyor, açı değiştiriyor. Yeniden suyun ve ekmeğin saflığına, güzelliğine yöneliyor bakışlarımız. Elinizdeki nimet sizin olduğu kadar olmayabilir de işte, mal mülk bu anlamda başka türlü bir mahiyet kazanıyor. Hafiflemeye başlayan bedenlerimiz emanet olduğunu duyuruyor.
Yine değişeceğiz Ramazan bittikten sonra, ama herhalde tamamen değil. Şimdi bu fırsat verilmişken, en yalın ihtiyaçların perspektifinde dünyayı daha farklı göremez miyiz?
Her gün o denli aşırı dozda şok haber alıyoruz ki kolaylıkla şaşırmaz hale geldik. Hayret ise her zaman saf yüreklerin yeteneği. Sürekli kan kaybediyoruz katliamlarla. Barışa dönük umutlarımızın tükenmesi bekleniyor. Bölgemiz zaten kanlı bir mühendislik çalışmasının atölyesine indirgenmiş gibi görünüyor. Düşmanlık sebepleri sürekli çoğalıyor.
Suriyeli Sanatçı Aram Chaled Res’in “La”lardan oluşan gemisinin taşlaşmış bir fırtınada denize açıldığını yazıyordu Nurcan Toprak twitter’da. Tablo, Nuh’un gemisi üzerine düşündürüyor. “Vav”ı (veya Vahdet’i) yüklenmiş yapısı “La”lardan oluşuyor. Ancak birlik olursak “Hayır!” diyebilecek güvene sahip olabiliriz. Emperyalizme, tefrikaya, silah tüccarlarına, kardeş katline, faili meçhullere, zulme ve tahakküme “hayır” demezsek kırılmaya devam edeceğiz. Birbirimizle çatışıyor, birbirimizi öldürüyor, sonra da Batı’dan hakemlik ve adalet bekliyoruz. Gün geçmiyor ki bir mülteci felaketi haberi almayalım. Kendi halimize bırakılmadık, kendi kendimizin kıymetini de bilmedik ve şimdi insanımız Avrupa kapılarından geri çevriliyor. Belki de “geriye kalan insan”dan söz etmek gerek; katliam Dünyanın en güzel şehirlerinden biri, Halep, en çalkantılı dönemlerde bile bir istikrara sahip olmuşken insanlarıyla birlikte yakıldı yıkıldı. Şimdilerde Felluçe halkı ölümlerden ölüm beğenmeye zorlanıyor. Bölge halkları ne yazık ki komşularında yaşanan bu kanlı trajedi karşısında olumlu bir tavır üretemediler. İran Suriye’de Esed rejimine verdiği destek yüzünden devrimini mümkün kılan değerlerden uzaklaştı. Türkiye bütün bağımsızlık söylemlerine karşılık pratikte Batı emperyalizminin yapılarına bağımlılığını koruyor. Arka planında ne yaşanırsa yaşansın, birbirine silah doğrultan namazlı oruçlu insanlar. Müslüman Müslümana güvenmiyor, İslami söylemler kullanmak emin olmak anlamına gelmiyor. “La”lardan oluşan gemilerimiz nereyi hedef alıyor? “La”yı doğru anladığımız söylenebilir mi?
Bu arada “Vav”ı yüklenmiş o araç gerçekten gemi mi, bilmiyorum. Nurcan öyle düşünmüş. Bana da öyle göründü.
Mazlumun olduğu gibi devrimcinin de aynadaki sureti hiçbir zaman aynı kalmıyor. Ancak değişmeyen bir “açlık” haritası var; güneye, Afrika’ya doğru yoğunlaşan bir harita bu. Değişmeyen bir şiddet, bir göç haritası olduğu da açık.
Pratikte, ne yazık ki gemiler değil de botlar ve teknelerle Avrupa kıyılarına yöneliyor Müslümanlar. Birbirlerinin elinden güvende olmak için Batı ülkelerinin yasa ve kurumlarına sığınmaya mecbur kalıyorlar. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), 2014’ün başından beri 10 binden fazla göçmenin Avrupa’ya geçmeye çalışırken Akdeniz’de hayatını kaybettiğini açıkladı geçtiğimiz günlerde. UNCHR’nin raporuna göre, 2014 yılında Akdeniz’de 3500 mülteci boğularak can verdi, 2015 yılında ise 3771 mülteci boğularak öldü. 2016 yılının başından Mayıs sonuna kadar yaşanan ölümler ise geçtiğimiz yıla oranla yüzde 40 arttı. UNICEF’in raporlarına göre ise bu yıl Kuzey Afrika üzerinden İtalya ve Avrupa’ya ulaşan göçmen ve sığınmacı her 10 çocuktan 9’u refakatçiden mahrum. Bu arada Kuzey Afrika üzerinden İtalya’ya gelen refakatsiz çocuk sığınmacıların sayısının 2016’ın ilk beş ayında geçen yıla oranla iki kat artarak 7 bin 9’a çıktığını da hatırlayalım.
Bu bilgiler içinde Avrupa’da kaybolan binlerce çocuğa ilişkin bir veri mevcut değil. Kayıp çocukların yazgısı bizim asıl dramımızı teşkil ediyor oysa. Onlara güvenli bir ocak sunamadık. Başlarına neler geldiğiyle ilgili bilgilerimiz sınırlı. Evlatlık verilmelerine sebep olan her türlü yaranın kanamalarını bünyemizde taşıyacağız.
Aram Chaled Res’in “La”lardan oluşan gemisini incelerken de kayıp çocukların görünmezliğini düşündüm. Büyük bir genelleme, binlerce acı hikayeyi gözden ırak hale getiriyor. Her şey yolunda gitmiyorsa, bunun sorularını ibadetlerimize nasıl dahil etmeyebiliriz? Elbet dua ediyoruz. Fakat açık yürekli bir muhasebeye de ihtiyacımız var. Kolaylıkla kışkırtmalara kapılma özelliğimiz mustazaf düşürülmüş olmamızdan ileri geliyor olsa gerek.
Tamam, emperyalist Avrupa ve açık ki çifte standartlarla malul, ben merkezli, kendi medeniyetinin sarhoşu… Öyleyse biz daha ayık olabilmeli değil miydik? İhtilaflarımızdan rahmet değil düşmanlık hasıl oluyor. Birbirimize düşüncelerimizi açık yüreklilikle anlatamaz olduk. Acıklı ölümler için hüzün doluyuz, dua ediyoruz ama yaşayanların kıymetini bildiğimiz söylenemez. Birileri acı fotoğraflarını hatırlamamızı istiyor, hatırlıyoruz. Birileri acı fotoğraflarını rafa kaldırıyor, hatırlamaz oluyoruz.
Umut taşıyanlar, fark edenlerdir. “Her çağda şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, insanlar için mutlaka bir Nuh’un Gemisi vardır” diyor ya Sezai Karakoç…
Gündemimiz bambaşka olabilmeliydi, olmalı. Alnı secde gören ve oruçla manevi bir sağlamlık kazanmayı dileyen bizler, çocuklarımız kaybolmaya devam etmesin diye bundan sonra ne yapacağımızı oturup konuşabilsek keşke.