Kaybetsek de kazanırız

Çevremizdeki insanların çoğu, geçim sıkıntısından mustarip. Bunun iki nedeni olmalı. İlki doyumsuzluk: Refah düzeyimiz arttıkça, şu da olsun, bu da olsun doyumsuzluğundan dolayı; kazancımız, ihtiyaçlarımızı karşılamıyor. Olmazsa olmazlarımız çoğaldığı için, kazancımız hayatımızın ihtiyaçlarına yetmemekte.

1990 yılına kadar, değil taşradaki İstanbul’daki yaşayanların yüzde doksanının evinde, sabit telefon bile yoktu. Bugün, her birimizin elinde birer cep telefonu.

5 kişilik bir ailede ayda, ortalama 50 liradan 250 liraya kadar telefon gideri var. Evimizde kullandığımız elektrikli eşyaların bir listesini yapın. Bir de 1990 ve öncesinde evlerde bulunan elektrikli cihazların sayısı kaçtı, şimdiki kaç? Bu listeyi çoğaltabiliriz…
İkincisi kazancımıza haram karışması: Helal kazanmak, Müslüman’ın olmazsa olmazlarından çıktı maalesef. İnsanımızın çoğu, kazancının helâl olup olmadığına bakmaksızın; daha çok nasıl kazanabilirimin derdine düşmüş durumda. Helâl kazanç ortadan kalktığı için, bereket de ortadan kalkıyor. Bundan dolayıdır, ne kadar çok kazanç olursa olsun, geçim sıkıntısı bir türlü sona ermiyor.

Geçim sıkıntısının sona ermesi için önce, kazançlarımızı helâl yoldan elde etmenin yollarını bulmalıyız. Helâl kazancın yolu, doğruluktan ve hakkaniyetten geçmekte.

Ticaretimizde ne bahasına olursa olsun, doğruluktan ve hakkaniyetten sapmamalıyız. Yaptığımız ortaklıkta ve ticarette, her daim kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak iş yaparsak, ticaretimizin bereketlendiğini göreceğiz.

Tevhid Dergisi’ni çıkardığımız dönemde, dergimize abone olması vesilesiyle 1990 yılında tanıştığım, Âdem Üngür ile alış verişimizi, sizlerle paylaşmak istiyorum:

Âdem Kardeşim 1996’da ‘Avrupa’dan getireceğimiz tv, teyp vb teknik malzemelerden yapacağımız ticaretin kârını, ayda bir tespit edeceğim (eğer zarar olursa aynı oranda) ve senin hissene düşen miktarı vereceğim’ dedi. Kabul edip 10 bin mark verdim. Yanlış hatırlamıyorsam ayda ortalama 200 mark veriyordu. Bu böyle yaklaşık iki sene kadar sürdü.

İki senenin sonunda, Âdem Ağabey, “ya miktarı 50 bin marka çıkarmamı, ya da ayrılmamı teklif etti. Kabul edip verdim. Aramızda bir sözleşme imzaladık.

Âdem bana düzenli ödemeler yaptı. Hiçbir aksama da olmadı. Bu arada bir komplo ile beni Selam çalışanlarından 5 arkadaşımla birlikte sözde “Tevhid Selam Terör Örgütü” mensubu olmaktan suçlamasıyla tutuklayıp, Eskişehir Özel Tip Cezaevine koydular.

Âdem, ödemeleri aileme yapmaya devam etti. Hanım ziyaretime geldiğinde “Âdem’in çok selamı var, bir iflas durumu söz konusu, bundan sonra ödeme yapma imkânım yok” dedi haberini getirdi. “Çok selam söyle, canı sağ olsun” cevabını gönderdim!

Tahliye olduktan sonra Âdem’in Sirkeci Doğubank’taki iş yerine gittim. İflas yaşadığını hisseme düşen parayı ödeyeceğini söyledi. Âdem bir müddet sonra, İstanbul’u terk edip, köyüne döndü. Orada hayvancılıkla meşgul olmaya başladı. Aradan epey bir zaman geçtiği hâlde, Âdem’i arayıp da ne zaman para vereceksin diye hiç sormadım.

2009 yılında bir telefon geldi, Âdem arıyordu. Sirkeci’deki bürosuna davet etti. Paranın bir bölümünü ödedi, geri kalanı için süre istedi, çok geçmeden onu da ödedi.

Bunu şunun için anlattım sevgili arkadaşlar ve dostlar; maalesef Müslümanlar arasındaki ticaretlerde böyle sağlıklı ilişkiler yok denecek kadar azaldı.
Bizler aramızdaki ilişkilerde, Rabbimizin buyruklarına uyarsak, ‘Kaybetsek de kazanmış oluruz’ diyorum.

Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’ 39)