Arap dünyası, Bin Zayed liderliğindeki Birleşik Arap Emirlikleri’nin müesses nizamın Arap ve Müslüman toplumlara karşı kullandığı bir araç olageldiğini iyi bilir. İktidar yolunda iki kardeşini öldürten ve ağabeyini zehirlemeye kalkan birinin ayakta kalmak için ödediği bir bedel olarak da bakılabilir bu duruma.
Herhangi bir Arap devletinde olumlu bir değişim göze çarpmasın, Birleşik Arap Emirlikleri derhal duruma el koyar ve olumsuz ne etki yapabiliyorsa elinden geleni yapar. Düşman unsurlara destek vermeyi vazife bilir. Buna en iyi örnek 15 Temmuz darbe girişiminde Türkiye’nin aleyhine darbecilere verdiği maddi-manevi destektir.
Suriye devrimine karşı takındığı tavır da gözden kaçmış değildir. Suriye halkını daha fazla ezmesi için Esed rejimine verdiği destek cümlenin malumudur. Esed’e maddi yardım yapmış, yatırımlar yapmak suretiyle arka çıkmıştır. Esed karşıtlarına sınırlarını kapamış, mevcut devrimcileri ülkesinden kovmakta acele etmiştir. Esed rejimi lehine istihbarat faaliyeti yürütmüştür. Esed rejiminin güvenlik güçlerini eğitmiş, Mısır’dan parasıyla silah alarak Esed’e hibe etmiştir.
Mısır’da halkın özgür iradesiyle seçilerek göreve gelen Muhammed Mursi’ye karşı yapılan Sisi darbesinde Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan yönetimlerinin parmağı bulunmaktadır. Sisi’nin yönetime gelirken yaptığı katliama destek verdikleri şüphe götürmez. Bu destek bugün de devam etmektedir.
Her iki devletin Yemen’de yaptıkları icraat ortadadır. Ülkeyi kana boğmuşlar; açlığa, yokluğa ve salgın hastalıklara mahkûm etmişlerdir.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin Kudüs konusunda “Yüzyılın anlaşması”na destek vermek suretiyle Filistin davasına verdiği zarar meydandadır. 2014 yılında İsrail’in Kudüs’teki arazileri Filistinlilerin elinden alma planına yardımcı olduğu, Araplardan satın aldığı mülkleri Yahudilere sattığı da bir gerçek olarak ortada durmaktadır.
İslami Hareket’in liderlerinden Kemal el Hatib’in açıkladığı gibi gerek Muhammed Dahlan’ın şirketleri yoluyla gerekse Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşı işadamları yoluyla halen bu arazi satışlarının devam ettiği görülmektedir. Buna tepki olarak Kudüslü Müslümanlar Ramazan ayında Mescid-i Aksa’da dağıtılan Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait gıda yardımlarını boykot etmişler ve “Aç değiliz” hashtag’iyle gereken cevabı vermişlerdir.
Müesses nizamın Araplara dayattığı “Yüzyılın anlaşması”na uygun bir ortamın oluşması için Suudi Arabistan’da yaşanan hadiselere müdahil olan, Prens Nayif’in veliahtlıktan azledilerek yerine Muhammed bin Selman’ın gelişini sağlayan da Birleşik Arap Emirlikleri yönetimi olmuştur. Bu operasyonun başındaki isim ülkenin Washington büyükelçisi Yusuf el Uteybi’dir. ABD yönetimine Muhammed Bin Selman’ı elçi Uteybi pazarlamış, onu reformist bir adam, bir kurtarıcı olarak takdim etmiştir. Oysa ele geçen e-maillerinde bizzat Uteybi’nin de ifade ettiği gibi mesele Suudi Arabistan’ı etki altına almak, siyaseten uydu devlet haline getirmektir.
Muhammed bin Zayed’in etkisi altına giren Bin Selman, “Yüzyılın anlaşması”na karşı durması muhtemel herkesi ya hapislerde süründürmüş, ya da ortadan kaldırmıştır. Alimler, gazeteciler, prensler, davetçiler ve ülkenin önde gelen işadamları büyük bir terör ve sindirme hareketine maruz kalmıştır. Peşinden Siyonistlerle normalleşme süreci gelişmiş, Amerikan yönetimine ülkenin kaynakları peşkeş çekilmeye başlanmıştır. Muhammed bin Selman, Trump’ın damadı Kushner ile dostluk yapmaya başlamış, birlikte ortak projeler gündeme alınmıştır.
Bölgemizde istediği programı uygulamak isteyen müesses nizamın önünde Türkiye ve Erdoğan’dan başka çıkacak kimse kalmamıştır. Meşhur gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Türkiye topraklarında cinayete kurban gitmesi bu açıdan manidardır. Kaşıkçı, “Yüzyılın anlaşması”na muhalif bir isimdir. Yapılan plana göre bu cinayetle Türkiye’nin can güvenliği bulunmayan bir ülke olduğu iddia edilecek, sonrasında bütün suç Erdoğan’ın üstüne yıkılacaktı. Bu arada küçük prensin ve destekçisi Bin Zayed’in pek hazzetmediği Kaşıkçı da aradan çıkarılmış olacaktı.
Biz, ilahi adalete inanıyoruz. Nitekim Türkiye kendi üzerine oynanan oyunu bozdu ve gerçek suçluyu dünya kamuoyunun önüne serdi. Türkiye öyle akıllı bir hamle yaptı ki Trump bile Muhammed bin Selman’a yardımcı olamadı. Bu hamleyle Birleşik Arap Emirlikleri’nin de sesi soluğu kesildi. Dünya çapında bir kampanya başladı. Politikacılar, medya mensupları, herkes onun suçlu olduğunu, cezayı hak ettiğini söyler hale geldi.
Siyonistlerin ilk günden itibaren suskunluğunu “Yüzyılın anlaşması” hakkında duydukları endişeye bağlamak mümkün. Zira Muhammed bin Selman bu süreçte zarar görürse kendilerinin coğrafyaya dair planları da zarara uğramış olacak. Filistin’e dair düşledikleri her şey belki de çöpe gidecek. Suudi Arabistan ile normalleşme süreci büyük yara alacak. Türkiye olmasa planları belki de çoktan başarıya ulaşmış olacaktı.
Trump’ın geçen Salı günü Beyaz Saray’da gazeteciler önünde söylediği sözler her şeyi yeterince anlatıyor. Ne demişti Trump:
“İsrail konusunda Suudi Arabistan bize çok yardımcı olmuştur. İyi bir müttefik olduğunu göstermiştir. Maddi olarak da çok destek vermişlerdir.”
İsrail’in menfaatlerini koruma noktasında Suudilerin neler yaptığına Trump’ın bu sözlerinden daha iyi bir itiraf bulunabilir mi?
Nitekim Cemal Kaşıkçı hadisesinde de:
“Suudilerden duyduklarımız kabul edilir gibi değil. Ancak işin aslını öğreneceğiz. Fakat Suudilerin ülkemize yaptıkları yatırımları görmezden gelemem” sözlerini bir itiraf olarak görmek mümkün.
Gerçekten tuhaf işler! Arap yönetimleri ellerindeki servetleri kendi halkları için sarf etseler, kendi ülkelerinin refaha erişmesi için harcasalar ABD ve İsrail’in elinde böyle oyuncak olmazlardı. Fakat kim bunu akıl edecek?
Muhammed bin Selman eğer bu sürecin sonunda kaybeden taraf olursa “Yüzyılın anlaşması” gerçekten sona erer mi? Yoksa bu badireyi atlatan düşmanlar kendi halkına düşman yeni kukla yöneticiler mi bulur? Göreceğiz bakalım.