Karşı devrim, 1946-1950/2002-2019 ve eksen kayması

Türkiye, tarihinin en büyük restini çekti Batı dünyasına… S-400 satın alarak yetmiş yıldır yerleştirilmiş paradigmaları parçaladı.

Kafası ABD kaynaklı eski yapının tortuları ile dolu olanlar uzun süre durumu kabullenemediler…

“ABD izin vermez, bizi cezalandırır…”

“Bunun bedeli mutlaka olur…”

“S-400’leri Türkiye almaz, son anda vaz geçer…”

“Alsa bile bizim topraklara girmez o savunma sistemi…”

“Girse bile kurulum yapılmaz, ambalajında bekletilir…”

Görüldüğü ve hepimizin takip ettiği gibi en başından beri ABD tezlerini mutlak kabul eden, bizi yetersiz ve etkisiz gören, Atlantik dünyasının her sözünü emir telakki eden eski Türkiye’nin hala var olduğuna inanan anti emperyalist-sol görünümlü ABD kuzucuklarının cümleleri bunlar…

İçende her türlüsü var…

Solcusu, sağcısı, Kemalist’i, liberali, sosyal demokratı, kapitalisti, profu, doçenti, uzmanı, araştırmacısı…

Sadece yerli ve millî olanı yok, bu ülkeye güveneni yok, Türkiye’den çok zihnini inşa eden topraklara çalışanlarından başka hiçbirisi yok…

Peki sonuç?

‘Alınamaz’ denilen alındı.

‘Getirilemez’ denilen getirildi.

‘Kurulamaz’ denilen de kurulmaya başlandı.

Türkiye’nin gücünü, büyüklüğünü idrak edememiş devşirilmiş zihinler şu an tam bir karşı devrim yaşıyorlar.

Şaşkınlık ve öfke dolular.

ABD’den, NATO’dan ve İsrail’den medet umuyorlardı, Atlantik ittifakı mutlaka bir fatura keserdi ve sonuçta Türkiye sıkıntıya girer ve bu baş belası! Tayyip Erdoğan artık iktidardan düşerdi.

Ama öyle olmadı.

ABD şu an kıvranıyor, AB ne yapacağını bilemiyor, NATO Genel Sekreteri “Türkiye S-400’lerden çok daha fazlasıdır” diyor.

Ama tüm bunlar bu bizim devşirilmiş kafaları hâlâ hizaya sokmuyor, onlar ille de eninde sonunda bir ders alacağımızdan eminler.

Peki, bu kafa hangi mümbit saksıda yetişti dersiniz?

2019 bağımsız politika izleme karşı devrimine imza atan Tayyip Erdoğan Türkiye’sinden, Mustafa Kemal sonrası karşı devrime imza atan İsmet İnönü Türkiye’sine ışınlanalım ve sorumuza cevap arayalım:

“Türkiye, Amerikan emperyalizminin kıskacında!”

Bu başlık “Karşı Devrim, 1946-1950” ismiyle bir kitap yazan Kemalist-akademisyen Prof. Dr. Çetin Yetkin’in ilgili bölümünün tepesinde yazılı.

Kendisini sıkı Kemalist bir kişilik olarak tanıtan Prof. Yetkin, İnönü döneminde başta Mustafa Kemal olmak üzere Türkiye’ye ne büyük bir operasyon çekildiğini geniş geniş yazıyor.

Bir Kemalist’in kaleminden Türkiye’nin ABD’nin mandası ve eyaleti hâline nasıl getirildiğini okumak için bu kitaba mutlaka bakmanızı öneriyorum.

Dönemin pek çok olayını özetlediği gibi özellikle Marshall yardımı şemsiyesi altında yapılan anlaşmalarla nasıl bir ABD uydusuna döndüğümüzü, eğitimden tarıma, sağlıktan, savunma sanayiine kadar pek çok alanda tüm yaptıklarımızı terk edip ABD’den gelen emirlerle nasıl hareket ettiğimizi cesurca anlatan bir eser.

Sovyet tehdidi bahanesiyle ülkenin tapusunun veriliş hikâyesini bilmez isek, bugün S-400’ler konusunda bir ABD vatandaşı gibi davranan devşirilmişleri anlayamayız.

Gazetelerin ve Meclis kürsüsünün Amerikan güzellemelerinden geçilmediği, âdeta mucizevi bir işbirliğinin beklendiği bir dönemdi 1945 sonrası Türkiye’si.

Mesela Meclis kürsüsünden söylenen şu sözlere bakın;

“Maddi ilerlemeler sahasında en önde gelen millet, ruh yüksekliği bakımından da en baştadır. Gerçekten, ABD’nin gerek harp içinde, gerek şu harp sonrası âlemde oynadığı asıl rol bu millet tarihinin en büyük şereflerinden biri olarak yâd edilecektir. Bu siyaset ancak ve ancak yüksek bir ahlâkî tekâmül merhalesinde görülebilen bir siyasettir. ABD’nin yepyeni bir hükümranlık, taptaze bir ekonomik anlayışının öncüsü olarak da bütün insanlık için hayırlı işler başarmak istediğini görüyor ve takdir ediyoruz…”

Nihat Erim, Marshall yardımı planlarının yollarına taşlar döşendiği bir dönemde bir tuğla eklemek için sarf ettiği bu sözleri, Afganistan ve Irak başta olmak üzere bugün ABD’nin “demokrasi ve insan hakları” sözünü verirken yaptığı uygulamalardaki “ruh yüksekliği ve yüksek ahlaki tekâmül merhalesini” gören halklarına da söyleyebilseydi keşke.

Bu yalakalık ödülsüz kalmayacak, sözün sahibi 1970 muhtırasının ardından Başbakan olarak ödüllendirilecektir.

ABD Başkanı Rosvelt’i Peygamber yapacak kadar bayağılaşan bu ve benzeri konuşma, yazı ve tebliğleri görseniz, mideniz bulanır, o derece kişiliksiz, ahlaksız, teslimiyetçi, goygoycu, batı hayranı, kimliksiz duruşlar vardı ki, her biri teslimiyetçiliğin dozajını artırmak için yarışıyordu adeta…

Hatta bugün dönemin hızlı komünisti olarak bilinen isimlerin ABD ile ilgili yazdıkları ve konuştukları aklın sınırlarını zorlayacak kadar abartı doluydu.

İşte böyle bir atmosfere büründürülen Türkiye, Marshall planı çerçevesinde bağımsızlığını ABD’ye teslim edeceği “karşı devrime” yavaş yavaş hazırlanıyordu.

Ve anlaşmalar çağı başlıyordu. 23 Şubat 1945’de imzalanan “Ödünç verme ve kiralama” anlaşmasına göre ABD savaşta kullanmadığı silahları bize verecek, istediği zaman geri alabilecek, karşılığında biz onlara ülkenin her tarafını kolayca kullanma imkânı ve istedikleri bilgiyi temin etme görevi yükleyecektik.

27 Şubat 1946’da Meclis’te onaylanan anlaşmaya göre ABD bize kendi ıskarta silahlarını satmak için kredi açıyor, biz de bunu kabul ediyor ve kanunlaştırıyorduk. Oysa bize yeni silah vermiyorlar, zaten bir önceki anlaşmada vermiş oldukları güya kiralama ya da bağış olan malzemeyi para ile yeniden satıyorlardı…

Ne bağımsız bir Meclis ve milletin vekilleri ve dahi milli şef öyle değil mi?

12 Temmuz 1947’de ise Truman doktrini anlaşması uygulamaya sokuldu. Türkiye’nin hürriyetini korumak için gerekli olan güvenlik kuvvetlerin takviyesini ABD’nin kendi istekleri doğrultusunda uygulamasını öngören bu anlaşma çerçevesinde, yardım konularının ABD’nin oluşturacağı bir kurul tarafından uygulanıp denetleneceğini, yetmediği gibi Amerikalı gazetecilerin de her anında gözlemci olarak bulunacağını ve haber yapacağını da hükme bağlıyordu. ABD’ye göbekten bağlı bir medya ortamının üretilmesinin temelleri de atılıyordu böylece. Türkiye bu yardımın hiçbir kuruşunu ABD izni olmayan yerlere harcayamayacak, anlaşma çerçevesindeki hiçbir malzemeyi ABD’nin onayı olmayan memurlara ya da kişilere veremeyecekti.

Doğrudan doğruya egemenlik ihlali anlamına geliyordu bu anlaşmanın maddeleri. Nitekim 1964 yılında Kıbrıs’a yardım yapmak isteyen İnönü, imza attığı bu anlaşmaya toslayacak, meşhur Johnson mektubuna muhatap olacak ve kalakalacaktı.

Ortam tam hazırlanmıştı ve arkadan Marshall planı devreye girecekti.

ABD Dışişleri bakanı General Marshall’ın 5 Haziran 1947 tarihinde Harward üniversitesinde yaptığı bir konuşma ile adını alan bu plan, Türkiye’nin kontrolünü yardım maskesi altında tam olarak Amerika’ya verecekti.

4 Temmuz 1948 yılında yardım planı anlaşması Türkiye ile ABD arasında imzalandı ve 8 Temmuz’da TBMM tarafından kabul edilerek yasalaştı.

Sıra geldi eğitime el atmaya. Ama yerimiz kalmadı ona da sonra devam edelim.