Karlı Günler

Çok yazdım kar hakkında. Kar ne zaman toprağa düşse, kelimelerim sevimli bir kedinin tüyleri gibi parmaklarımın ucuna dokunmaya başladı. Kimi zaman kardan bir felaketmiş gibi bahseden habercilerden şikâyet ettim; kimi zaman verdikleri ‘kar geliyor’ haberi gök tarafından onaylanmayan meteoroloji çalışanlarına gönül koydum; kimi zaman da şöyle kısa bir süre görünüp kaybolan karın ardından, nazlı bir edayla ‘ne olur geri gel’ çağrısında bulundum. Hiç kar yağmadan geçen bir kaç kış da oldu. Onları, iliklerime işlemekle kalmamış, ruhumu da rencide etmiş bir soğukluk saydım. O bir kaç kış, kemale ermeden, birer eksiklik olarak baharın ilk güneşleriyle kaybolup gittiler; dönüp arkalarından bakmadım bile. Bir sonraki seferde, beyaz gülüşler umarak kendimi öteki mevsimlerin hallerine bıraktım. Ama ayrılık hiç de öyle bir kaç gün sonra bitecek gibi değildi. Yeniden kavuşmamız için çiçekli bahçelerin kıyısında dolaşmam, yaz günlerinin insana fanilik duygusu veren semasına bakmam, güzün o ıssız ovalarında kaybolup gitmem gerekiyordu. Olsun. Sonunda konuğum gelmişse, bütün bunları neşeli bir buluşmanın hazırlığı saymaya hazırdım. Çünkü kar, çocukluğumdan beri benim ruhumun miladıydı, o yüzünü göstermeden şahsi takvimimin birini bitirip öbürüne başlayamıyordum…

Bu yıl söylendiği gibi, tam vaktinde geldi kar. Ve eğer tahminde bulunanları yüzüstü bırakmazsa, bir kaç gün daha böyle savrularak, yavaşlayıp hızlanarak, dolulaşıp pamuklaşarak şehrin üstünü örtmeye devam edecek. Ben onun bütün hallerini tanırım; üstelik çok erken yaşlarımda, üstelik tipisinin içine saklanmış aç kurtlarla beraber. Sanki daha hırçındı eskiden; gelince yollar kapatır, dağların bütün şekillerini ortadan kaldırır, ağaçların dallarını örter, evlerin çatılarını ağırlaştırır, dünyada kendinden başka bir renk bırakmazdı. Günlerce yağdıktan sonra gök birden maviye keser, güneş bembeyaz bir kıtanın üzerinde coşkuyla dolaşıp dururdu. İnsan, hele çocukluğunda, karlı günlerden sonra birden ortaya çıkan o güneşi, o güneşli gökyüzünü ve her bir evden başını dışarıya çıkaran sevinci nasıl tarif edebilir ki! Rençperler, eridikçe toprağa sızan, toprağı suyla doyuran, dereleri kışkırtan kardan bahsederken, bir sözcük lezzetli bir şeker gibi dillerinin altında yuvarlanıp dururdu: Bereket. Ben onu, çocukluk hafızama ‘bereket’ olarak kaydettim ve zamanla her nerede üstüme düştüyse, yalnızca tabiatın değil gönlümün de bereketlendiği duygusuna kapıldım. Ve zamanla anladım ki kar, insanın her çağında başka başka yaraların üstünü de kapatır…

Öyle zarif olduğuna, biraz güneş görünce hemen eridiğine bakmayın, kar güçlüdür! Sadece yollar kapattığı, dağların üstünü örttüğü, ormanları takatsiz bıraktığı için değil. Kar, her gün eşyaya bakmaktan berraklığını yitirmiş bakışlarımızı terbiye edendir. Biz tam renklerin, kokuların, şekillerin dünyasında kaybolup gidecekken, ansızın elini uzatıp bedenimizi de ruhumuzu da geri çekendir. Uykularımıza, bizi uyandıran saatlere, kapı kollarına, kilitlere, duraklara, istasyonlara ve iskelelere sinmiş telaşın sırtını yere getirendir. Engellerini adaletle her yere yerleştiren, herkesi yavaşlatan, hırçın bir yarıştan arta kalan baldırları dinlendirendir. Kar yağar ve kentin hareket planları işlemez olur artık. Herkes ona karşı konulamayacağını, ona rağmen yol alınamayacağını bilir. Daha da ilginci, koyduğu onca engele rağmen, kar yüzünden hırçınlaşan pek azdır. Mümince bir edayla baş eğeriz beyaz efendimize, telkin ettiği sükûneti bir hırka sayar, mümkünse evimizden, evimizin çevresinden hiç ayrılmayız. Bize bir evimiz olduğunu hatırlatmıştır çünkü, bir salonumuz, bir penceremiz. Kimilerine bir evin ahalisinin olduğunu da hatırlatır. Karlı günlerde eve dönerken nedense bir çocuğa benzeriz…

Ama çocuklar öyle değildir! Onlar karlı günlerde evden sokağa doğru akarlar. Kar ve çocuk, tabiatın büyük buluşması, büyük bayramıdır. Eğer gözün açıksa, dünyanın çocuklardan meydana gelen bir halkı olduğunu böyle zamanlarda görürsün. Ve eğer kalbin sıcaksa, birden büyük bir şaşkınlık yaşamaktan da alamazsın kendini. Savaşlardan, hırstan, hızdan, yarıştan ve insanın insana oynadığı sayısız oyun yüzünden yara bere içinde kalmış şu yaşlı ve yorgun dünya, olup biteni unutmuş, çocuklarla el ele vermiştir. Tabiat dede ile torun âdemoğlunun bu sıra dışı buluşmasının, bu pek keyifli eğlencesinin pek çok fotoğrafı çekilebilir elbette. Ancak hiç bir objektif, şu kar sevincinin anlamını yakalayamaz. Şu çocuk halkın şu yaşlı dünyanın üzerinde aşka gelip koşmasının nedir anlamı? Ne vardır o hiç yorgun düşmeyen hevesin içinde? Uzatmadan söyleyeyim: Masal.  Karlı kış günlerinde dünya bir masaldır ve çocuk, büyüklerin ağır bedenleriyle dâhil olamayacağı tüy gibi bir evrende birer neşe kuşu olarak uçup durmaktadırlar. Ne kötü! Bir gün onlar da, hayatın, beyaza boyanmış bir kış sevincinden ibaret olmadığını anlamaya başlarlar; onları masaldan çıkaran el, yerlerine yenlerini yerleştirir. Belki de kar, masaldan çıkan büyüklere, çocukların katına yükselmek için tanınmış bir fırsattır. Bütün güzel fırsatlar gibi kısa ömürlü…