Yazıklar olsun bize, Laik-Kemalistlerin, 80-90 yıl önceleri başlattıkları Ulusalcılık zokasını yutmuşuz.
1789 Fransız devriminden etkilenmiş İttihat Terakki mensupları, Osmanlıyı yıkmak için ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Sultan 2. Abdülhamit, İttihatçıları bertaraf edememiş, ancak 30 yıl oyalayabilmişti. Bu İttihatçıların marifetiyle, Birinci Dünya Savaşı’na Almanlarla birlikte girdik.
Çanakkale’de, Galiçya’da, Kafkasya’da, Yemen’de, Bingazi’de… Tüm bu cephelerde ümmetin evlatları; Türk, Kürt, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Laz, Arap kardeşlerimiz savaştılar. Osmanlı ülkesini, daha doğrusu “vatanlarını” muhafaza için canlarını feda ettiler.
Osmanlı ülkesi o dönem yaklaşık 2,5 milyon kilometrekare toprağa sahipti. Birinci Dünya Savaşında Almanlarla ittifak yaptı. Bu ittifakın mimarları, İttihat Terakki Cemiyeti’nin üst yöneticilerinden Enver Paşa Harbiye Nazırı, aynı zamanda Başkumandan Vekili, Talat Paşa Dahiliye Nazırı, Cemal Paşa Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanıydı.
Almanlar yenildiği için Osmanlı da yenilmiş sayıldı ve toprakları paylaştırıldı. 2,5 milyon km. karelik Osmanlı Devleti’nin bakiyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti çeşitli anlaşmalardan sonra 780 bin km kare olarak kuruldu.
Oyun bitti mi? Hayır…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları olan Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Boşnaklar arasına fitne girdi. Şairin deyimiyle:
“Kurtuluş Savaşıyla kurtardıklarımız
birlik oldu birlikte savaştıklarımızla
-bedeli ihanet oldu kanımızın-
kara bir bulut gibi
kapkara düşünceyle
-kiralık düşünceleriyle-
giydiler çıkardıkları çizmeleri
emperyalistlerin
-efendi olma hevesiyle
silahları bize döndü”
Evet, silahları bize döndü. Yaklaşık bin yıldır, kardeşçe yaşayan ümmetin evlatları arasına diyerek fitne tohumlarını saldılar. “Araplar bizi arkadan vurdu, Kürtler İngilizlere satıldı” iftiraları atarak kardeşliğimizi, birliğimizi parçaladılar.
Birinci Meclis’te Kürdistan Mebusu diye taltif ettiklerini “İngiliz uşağı” yaftalarıyla İkinci Meclis’e almadılar. İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy, Birinci Meclis’te Burdur Vekili olarak görev aldı. “İrtica 906” koduyla ikinci Meclise alınmadı. Neden? Çünkü Mehmet Akif İslami hassasiyete sahipti. Batı tipi bir hayat tarzı getirmek isteyenlere karşı çıkıyor, ayak bağı oluyordu.
Osmanlı Mebusan meclisinde Lazistan mebusu, Kürdistan mebusu… Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk meclisinde… Lazistan vekili, Kürdistan vekili diye adlandırdıklarımız birden azılı düşmanlar oluverdi. Kimisini idam ederek, kimisini hapislerde çürüterek, kimisini sürgün ederek memleketi ‘”hainlerden” kurtardılar!
Kürt kardeşlerimize “Kürt diye bir ırk yoktur. Karlı dağlarda yürürken kart kurt diye ses çıkardığı için Kürt oldunuz” diyerek aramıza nifak soktular, bizi birbirimize düşürdüler.
12 Eylül 1980 Darbesinin ana hedefi, Müslüman Kürt halkını İslam’dan soğutup PKK’nın kucağına itmekti. Bunun için de bölge halkına akıl almaz işkenceler yaptılar. Köyler basıldı, yakıldı, boşaltıldı.
TBMM Meclis Araştırma Komisyonu’nun 14 Ocak 1998 tarihli raporuna göre 905 köy ile 2.523 köy bağlısı (mezra) boşaltılmış, toplam 378.335 vatandaşımız yerinden edilmiş.
Türk’ten üstün yoktur dediler, zihinlerimize kazıdılar maalesef. Oysa bizi yaratan Rabbimiz, Hucurat suresi 13. ayeti kerimesinde “Üstünlük ancak takva iledir” buyuruyor:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”
* * *
Aralık ayı şehidlerinden Molla Ubeydullah Dalar
Bundan tam 25 yıl önce hunharca bir cinayet işlendi. Kendisini tanıyanlarca, Güneydoğu’nun Şeriati’si olabilecek bir kişi olarak tanımlanan Molla Ubeydullah Dalar, 21 Aralık 1992 günü, sabah namazını kıldırdığı Şehitlik Camii avlusunda, arkadan başına sopalarla vurularak hunharca şehid edildi.
Molla Ubeydullah ile ilk tanışmamız, Diyarbakır Silvan’da 1988 Aralık ayında askerden terhis olduktan sonraya rastlar. Silvan’dan tezkeremi aldıktan sonra, Diyarbakır’da özellikle tanışmak istediğim için, görev yaptığı camiye giderek kendisiyle görüşüp, konuşmuştum. Daha sonra da muhterem babaları Molla Hadi Dalar 1991 yılında vefat ettiğinde, taziye için gittiğim Mardin’de görüşüp sohbet etmiştik.
Çocukluğunda babası Molla Hadi’nin medresesinde ders okudu. Babasından icazetini aldığında, aynı zamanda Diyarbakır İmam Hatip okulundan da mezun oluyordu. Evlendikten sonra, Ankara ODTÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Aynı zamanda çalışarak ailesinin geçimini temin ediyordu. Büyük şehir hayatına uyum sağladı ve 5. yıla girmeden Ankara’yı terk etti. Cizre’ye döndü, vaizliğe başladı. Kısa zamanda Cizre halkı tarafından sevilen, saygı duyulan birisi olmuştu. Vaazlarını Diyanet’in isteği doğrultuda yapmayınca problem oluşmaya başladı.
Bir müddet sonra vaizliği de bırakıp Diyarbakır’a yerleşerek saat tamirciliğine başladı. 3 yıl kadar bu işle nafakasını temin etti. Arkadaşları ve çevresinin baskısıyla; Et Balık Kurumu işçilerinin yaptırdığı Şehitlik Camii’ne imam-hatip olarak atandı. Bu görevi esnasında Arapçadan Türkçeye kitaplar tercüme etti. Yayınlanan 8 kitabının en önemli ikisi Fizilal’de Davet Yolu ve Ömer bin Abdulaziz’dir.
Cami cemaati Et Balık Kurumu işçileri onu sürekli ziyaret ediyor, tavsiyelerini istiyordu. Cuma hutbelerini dinlemeden özel ve toplumsal sorunlar hakkında kesin konuşmaktan kaçınan bir cemaati oluşmuştu.
Tüm bu hasletleriyle (halkın ve çevresinin beğenisini kazanmış olmakla) bazılarını rahatsız etmiş, uykularını kaçırmış oluyordu. Karanlıkta yaşamayı kendilerine hayat tarzı, şiddeti ve zulmü ideoloji edinmiş çevreleri Molla Ubeydullah’ın çevreye saldığı nur rahatsız edecek ve onun hakkında kötülükler düşüneceklerdi.
21 Aralık günü sabah namazından sonra, henüz güneş doğmadan o çevrenin ve Diyarbakır’ın güneşini gruba götüren cani eller, geride saf ve berrak bir İslami anlayış ve en büyükleri 14 yaşında olan 8 çocuk ve zulmün örtülü dünyanın karanlığına gözlerini açacağı günler yaklaşan bir bebek bıraktılar.
Şehid Ubeydullah Dalar ve babası Molla Hadi Dalar’ın ruhu için El Fatiha…