Fetullah Gülen hakkındaki hiçbir belge, hiçbir istihbarat raporu ya da itirafçıların aktardığı hiçbir malumat, bize onun yüzü kadar sağlam bir bilgi vermez. Hele iyi bir Zweig okuru için bu yüz, bir başka referansa ihtiyaç bırakmayacak açık işaretlerle doludur. Belki de Pensilvanya’da yaşayan Kara Kâhin’in hayatı boyunca bize karşı tek dürüstlüğü, yüzünün bütün hallerini sergilemiş olmasıdır. Onlarca yıldır videolardan, gazetelerden, televizyon ekranlarından, dergilerden tanıdığımız bu yüzde, insanı rahatsız eden bir yan vardır. Onu şirin göstersin diye çocuklarla çekilmiş fotoğraflarına baktığımızda, rahatsızlığımız daha da artar. Bunun sebebi, çocukları sevmeyi becerememiş olması değil, çocuk yüzünün, yani o masum aynanın karşısında, suretindeki kötücül ayrıntıların daha bir belirginlik kazanmış olmasıdır. Kara Kâhin, karşısına oturttuğu çocuklarla ilgilenirken, bir babada, bir dedede ya da toplum içinde yaş almış yaşlı bir adamda rastlanılabilecek yüz reflekslerinden mahrumdur. Sert değildir, yumuşak değildir, ölçülü değildir, mesafeli de değildir. Ona çok uzak ve çok yabancı bir varlıkla karşılaşmanın çaresizliği vardır suretinde. Kara Kâhin’in çocuklar tarafından tescillenmeyen yüzü, hiç kimsede, insandan yana ızdırap çekmiş izlenimi uyandırmaz…
Fetullah Gülen’in yüzünde, göğe karşı duyduğu sorumluluktan ötürü ıstırap çeken bir adamın işaretleri de yoktur. Bu şaibeli yüz açık bir biçimde kötücüldür ve kötücüllüğü kösnümüş erkekleri çağrıştırır. Bu yanıyla evlenmeleri yasaklanmış ve bir kadın arzusunu bastırmak için ruhunda sahte kanallar açmış Katolik Papazları akla getirir. Kiliseler böyle bir surete de, böyle bir surette dalgalanıp duran hırçın ruha da fazlasıyla aşinadırlar. Ve yine kiliseler, kösnümüş rahibin, arzularını nasıl bir sahte erdeme dönüştürdüğünü de defalarca tecrübe etmişlerdir. İrili ufaklı yaraları bulunan pek çok insan, bu sahte erdemin etrafında halkalanmaya başlar. Kösnümüş rahibin hayatı, eğer hitabeti güçlüyse, bundan böyle yeni bir yola girecek, bastırılmış arzusunu ilahi bir merhem olarak bağlılarının yarasına sürecektir. İletişimindeki gizli şiddet ve enerjinin sebebi, ancak bağlılarıyla konuşurken rahatlayabilmesindendir. Kara Kâhin de vaazlarında adet olduğu gibi işini önce yavaştan alır, muhataplarının ruhunu okşaya okşaya zirveye çıkarır ve sonra da büyük bir şiddetle onu aşağı çeker. Dikkatle bakıldığında, yüzünde belli belirsiz bir rahatlama olduğu ve bitkinleştiği pekâlâ görülebilir. Ama o kurnazdır, bu rahatlama anlarının üstünü ağlayarak örtmeyi ihmal etmez…
Kösnümüş Vaiz’in yüzüne dikkatle bakanlar, onda bir başka şey daha görürler. Bu yüz hiçbir biçimde insanda ferahlık duygusu uyandırmaz, insandan yana değildir, dahası bütün hatlarıyla insana karşı örgütlenmiştir. Ona baktığımızda, gündeminde sürekli başkaları olan ve sürekli başkaları hakkında hesaplar yapan bir suretle karşı karşıya olduğumuzu hemen anlarız. Her birini özenle yoldan çıkardığı ve ‘inzivasında’ ağırladığı ‘seçilmişler’, yüce efendilerinin yüzündeki bu boğuntulu hali, halen daha dünyayı ıslah edememiş olmanın ıstırabı sayarlar. Ve nihayet bu kötücül ve kösnümüş ruh aynası, onların biricik mabedi haline gelir. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bu mabetten dışarıya çıkamazlar. Kara Kâhin’in en büyük başarısı, insanda hiçbir ferahlık duygusu uyandırmayan suretini, mensuplarının ruhani çadırına dönüştürebilmiş olmasıdır. Bu çadırın altında durdukları müddetçe güvende, emin ve istikamet üzeredirler. Söndürdükleri ocaklar, söyledikleri yalanlar, sapkınlıklar ve desiseler kötülerin dünyasıyla savaşırken kullandıkları geçici silahlardır sadece. Suçüstü yakalandıklarında, suretinin tesirinden çıkıp kendilerini ele vermesinler diye, efendileri, hitabetindeki cerahati daha da artırır. Müntesipleri, bu cerahati de Tanrı’dan yeni bir işaret almış olduğunun alameti sayarlar…
Aslında Pensilvanya’daki Kara Kâhin’in yüzü, ham bir bakışla bakıldığında apaçık bir yüzdür. Onda, kendi tapıcılarını var edip egosunu onlara kaşıttıran gülünç bir ruh despotunun bütün işaretlerini görürüz. Tanrı da, tapıcıları da, sözde davası da bu taşra tüccarının maharetle kullandığı vasıtalardan ibarettir. İnsanların bu kötü yüze alışabilmeleri ve hizmet etmeleri için, özellikle yaşı küçük olanların alınıp eğitilmesi boşuna değildir. Bir inanç eğitimi ile geçiyormuş gibi görünen yıllar, çocukların, insanda hiç bir itimat telkin etmeyen hasta bir ruha alıştırılmasından ibarettir. Sonunda gerçekten de bu kötücül yüz görünmez bir hal alır. Ama görülmez bir hal alan başka bir yüz daha vardır: Hayatın yüzü. Kara Kâhin, kurnazlıkla hayatı öç alınacak bir cephe haline getirmiştir. Öyle ki, çekirdekten yetişmiş şakirtlerinin, onun ‘nurlu yüzü’ uğruna yapmayacakları hiç bir iş yoktur. Ona sadakat için her türlü sadakatsizliğe hazırdırlar. Ama kötülük için harekete geçtiklerinde halk, hiç düşünmeden karşılarına dikilir. Onların da içinde, bir “nursuz”a ve onun tapıcılarına karşı hep ertelenmiş bir cevabın hıncı vardır. Sonunda nursuzun yüzü paramparça olur…