Kambay Ailesi’nin 1941’de gerçekleşen İstanbul’dan Rize’ye geri göçünden bana önce Nevin Meriç söz etti. Bu geri göçe karar veren aile büyüğü çocukları ve torunları tarafından “Ağababa” olarak çağrılan Şaban Kambay’dır. Nevin’in verdiği telefon numarasından Ağababa’nın torununun kızı, bilgisayar mühendisi Pakize Kambay Akıncı’ya ulaştım.
Pakize Hanım’ın bana anlattığına göre Ağababa, 1885 yılında İstanbul’un Bebek semtinde dünyaya geliyor. Ancak aile daha sonra Salacak’a taşınıyor.
Ağababa (kendi tabiriyle) 36 karış uzunluğa sahip kayığıyla geçimini sağlıyor. Kabataş İskelesi’nde İngiliz, Fransız ve İtalyan donanmalarından asker alıp gezdiriyor, onlara bir nevi taksicilik yapıyor. Yedi lisan biliyor, İngilizceyi çok iyi konuşuyor. On dokuz yaşına geldiğinde Rize’ye memleketine gidiyor bir süreliğine, orada Emine Hanım’ı tanıyıp seviyor. Rize’de evlenen çift, ilk çocukları doğana kadar bu şehirde kalıyor. 1916’da Rize tarafında gerçekleşen Rus saldırılarından dolayı amcaoğlununki ile birlikte iki aile, çoluk çocuk bir kayığa binerek İstanbul’a doğru yola çıkıyorlar. Bu yolculuk iki-üç ay sürüyor. Samsun yakınlarına geldiklerinde, Rus donanma ordusu tarafından fark edilip batırılmak isteniyor kayık. Fakat Rus komutanlar içindeki çocuk ve kadınları görünce bu fikirden vazgeçip, kendilerine yiyecek veriyor ve serbest bırakıyorlar.
İstanbul’da, Salacak’taki evlerinde maddi açıdan refah bir hayat sürdürüyor aile. Ermeni ve Rum komşuların ağırlıklı olduğu bu çevrede Emine Hanım Rumca öğreniyor. Dönemsel olarak muhtaç düşen gayrimüslim komşulara aile sürekli yardımlarda bulunuyor, bazen çuvallarla ayakkabı alıp dağıtıyor.
Ağababa ilk gençliğinin geçtiği Osmanlı döneminde o kadar da dindar değilken, muhtemelen imparatorluğun parçalanma sürecinin sarsıntılarından etkilenerek dini ölçülere uygun bir hayat sürdürmeye yöneliyor. Ancak Cumhuriyet’ten sonra İslami hayat tarzını koruma konusunda zorluklarla yüz yüze gelmeye başlıyor. Sadece büyük oğlunu okula gönderiyor Ağababa. Diğer çocuklar evde baba ve anneleri tarafından eğitiliyorlar.
İstanbul’da İslami hayat tarzı itibarıyla yaşadıkları zorluklardan, baskılardan dolayı Kambay Ailesi 1941’de Rize’nin Pazar ilçesine bağlı (eski adıyla “Zelek” diye bilinen) Balıkçı köyüne göç etmeye karar veriyor. Ağababa’nın dedesi, takriben 1790 doğumlu Hacı Nazlı Efendi’nin yerleştiği köydür bu. Köydeki yaygın konuşma dili o tarihlerde Lazca’dır. Göç döneminde Pakize Hanım’ın dedesi Saim 21, halası Fehmiye ise 18 yaşlarındadır. Gençler ortama uyum sağlamakta zorlansalar da Ağababa’nın baskın kişiliği nedeniyle tepkilerini ortaya koymaktan çekiniyor, yaşadıkları zorlukları dile getirmiyorlar. Aile köylerinde, İstanbul’da ustalık kazandıkları alanlarda, kayıkçılık ve balıkçılıkla geçimini sağlıyor. Büyük oğulları 13-14 metre uzunluğunda bir kayıkla yunus balığı avcılığına yöneliyor. Kış aylarında bu nedenle İstanbul’a gidiyor ailenin erkekleri. 1960’ların başlarında bu kayığı satıyorlar. Büyük oğul kayığın parasıyla köyde bir bakkal açıyor. Geçimlerini artık bu dükkandan ve çay ekiminden karşılasalar da Pakize Kambay’ın dedesi Saim Bey balıkçılığı bırakmıyor.
Ağababa ve Emine Kambay’ın çocuklarının en küçüğü, biricik kızları Fehmiye (1923) hiç evlenmiyor. Birkaç yıl önce vefat edinceye kadar anne ve babasının gözetiminde bir hayat sürdürüyor. Onlarla çay topluyor, bahçe işleri yapıyor. Ağababa vefat etmeden önce hisselerini oğulları ve Fehmiye arasında paylaştırmıştır. Fehmiye’nin genç bir kız iken köye döndüğünde yaşadığı uyum güçlüğünün ayrıntılarını okuyabileceğimiz bir günlüğü olsaydı keşke. Yazılı tarihin duymadığı, kendi istikameti açısından da önemsemediği ne çok dram, ne çok eylem barındırıyor dehlizlerinde yakın mazi.
Fehmiye Kambay’ın Kayıp Yazıları
Ağababa’nın bütün çocuklarının boyları 1.80 ila 1.85 cm. arasındadır. Fehmiye Hanım da 1.85 cm. boyunda ince bir kadındır. Ehli muhabbet, esprili, hazır cevaptır.
İstanbul’da yaşadıkları yıllarda Kambaylar’ın çocukları dayılarıyla sıklıkla görüşürlermiş. Dönemin modasına uygun giyinen yengeleri ve onun çocukları, tesettüre uygun kılık kıyafeti nedeniyle Fehmiye’nin köylü gibi giyindiğini dile getiriyorlar hep. Dayı kızları sinemaya gidiyorlar sık sık, Fehmiye de onlara katılmak istediğinde, “Bu kıyafetlerle gelemezsin, modern giyinmen gerek” şeklinde bir itirazla geri çevriliyor. Ailece davetli oldukları bir otel düğününe dayısı onu da götürmek istediğinde, yengesi, “Bu köylü haliyle gelemez” diye karşı çıkıyor. Gerçi genç Fehmiye bu gibi söz ve muameleleri sineye çekmiyor, uygun karşılıklar vererek kendi değer yargılarını savunuyor. Akla 1960’larda çekilen modern-köylü zıtlığı üzerine kurgulanmış ve bu zıtlıkların da kadın kahraman üzerinden ele alındığı Türk filmleri geliyor.
Dayısının çocukları okula giderken onlara imrenmiş olmalı Fehmiye, ancak kılık kıyafet engeli yüzünden Latin alfabeli Türkçe eğitimini evde kendi çabasıyla sürdürdüğünü anlatıyor kardeşinin torunu Pakize Kambay Akıncı. Kuzenlerinin ders kitaplarına bakarak yeni Türkçe dedikleri alfabe üzerinden okuma yazmayı öğreniyor. Hatta ders kitapların içeriğindeki çeşitli incelikleri görüp izah edebildiği için kuzenlerinin kıskanç tavırlarına maruz kaldığı oluyor. Mutfakta marifetiyle övgüler alıyor. Özellikle karnıyarığı çok güzel pişiriyor; ancak yengesi, “Bu köylü, güzel yapamaz” deyip geçiyor. O da lafın altında kalmayıp, “evet ben köylüyüm “ diye cevap veriyor hep.
Fehmiye’yi çok seven dayısı onu kendi çekirdek ailesinin yönelttiği incitici tavırlara karşı korumaya çalışıyor hep. Üstelik ailenin kadınlarının hor görüsüne karşılık Fehmiye’yle dayısının oğlu birbirlerini seviyorlar. Çocuk deniz subayı olacağı sırada vereme yakalanarak vefat ediyor. Fehmiye bu kaybın ardından evliliği siliyor zihninden. İlerleyen yıllarda kendisi için hazırladığı çeyizi yeğenlerine hediye ediyor.
Yaşlı akrabalarıyla konuşan Pakize Hanım, büyük halasının kendi giyim tarzı konusunda bir titizliği, özeni olduğunu aktardı bana. İstanbul’dan köye göç ettiklerinde Ağababa’nın eşi Emine Hanım’ın elli-atmış civarında elbisesi, en az yirmi çift ayakkabısı vardır. Fehmiye’nin bavulunda getirdikleri de muhtemelen annesininkinden daha az değildir.
Köy hayatı içinde dünyadan kopmuyor, gazete okumayı sürdürüyor genç kız. Dünya olayları üzerine muhakeme yürütmeyi seviyor. Ağababa’nın Osmanlı’dan kalma bir tarih kitabı var; onu okuyor. Yazılar yazıyor çeşitli konularda, bu yazılar ne yazık ki kayıp. Narin yapılıdır Fehmiye, bu yüzden kendine çok dikkat ediyor, sütün kaymağını onun yemesi olağan karşılanıyor evlerinde. Köy hayatının yorucu hiçbir işi beklenmiyor ondan. Mesela köylü kadınlar seksen-doksan kiloluk çayları taşırlarken o sepetine on-on beş kiloluk çay koyup öyle taşıyor. Diğer kadınlar nasıl yorumlarmış bu hafif yükü acaba? “İstanbullu” diye takılıyor olmalıydılar. İstanbul’da “köylü”, köyde “İstanbullu”; geri göçün yolcusu nasıl tam bir sükûnete erişebilir? Yeğenlerine hayatından kesitler anlatıyor elbette Fehmiye Hanım, fakat o yeğenler de şimdilerde ayrıntılara dalamayacak kadar yaşlı ve rahatsızlar.